Son bir kaç senedir canlıların genleri üzerinde yapılan araştırmalar yeni bir bilim alanının doğmasına neden oldu. Bu yeni uzmanlık sahasının adı, "karşılaştırmalı gen bilimi” (comparative genomics). Bu alanda araştırma yapan bilim adamlarının amacı, çeşitli organizmaların yapılarını inceleyerek genlerinde taşıdıkları sırları ortaya çıkarmak.
Karşılaştırmalı gen biliminin gün ışığına çıkardığı gerçekler, düşünen her insanı, üstün bir Yaratıcı’nın apaçık varlığına götürmektedir. Özellikle son yıllarda bilimde yaşanan gelişmeler Allah’tan başka ilah edinenlerin ve onun varlığını reddedenlerin ne denli büyük bir yanılgı içinde olduklarını bir kez daha teyid etmektedir. Bu bilim dalının konusu olan canlıların, gen dizilimi, bir canlının oluşabilmesinin tesadüflerle açıklanamayacak kadar kompleks olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Bundan 10-20 sene önce okul kitaplarında yaşamın, bitki ve hayvanlar dünyası olmak üzere ikiye ayrıldığı yazmaktaydı. Oysa günümüzde, bilim adamları bitkileri, hayvanları ve mantar türündeki canlı varlıkları; ökaryot, bakteri dünyasını da; prokaryot olmak üzere iki bölümde inceliyorlar. Özellikle mikroskop altında görülebilen prokaryotların yani bakterilerin gen yapıları üzerinde sürdürülen araştırmalar, mikroskopik dünyada da Allah’ın varlığının delillerini ortaya koyuyor.
Yapılan araştırmalar sonucunda Haemophilus influenza isimli bakteride 1,700 gen bulunurken, Mycoplasma genitalium da bugüne görülen en az gen sayısı olan 470 genin bulunduğu saptanmıştır. ABD’deki Biyoteknoloji Enformasyonu Ulusal Merkezi’nden Arcady Mushegian ve Eugen Koonin yaptıkları açıklamada hangi tür olursa olsun, temel hücre fonksiyonlarının yerine getirilebilmesi için 240 genin olması gerektiğini belirtiyorlar. Ayrıca hücrenin hayatta kalması için 22 tane hayati enzim fonksiyonuna ve buna ek olarak, her bakteriye has olmak üzere beslenme adaptasyonunu sağlayan 6 tane gen bulunması gerekmektedir. Sonuç olarak, bir bakteride minimum seviyedeki hücre fonksiyonunu ve üremeyi sağlamak için 256 gene ihtiyaç vardır.
Araştırmanın ilerleyen safhalarında Mushegian and Koonin yaptıkları ilk hesap sonucunda buldukları 256 genin, bakterinin bütün yaşamsal fonksiyonlarını karşılayamadığını farketmişlerdir. Örneğin, bakteri asalak olarak yaşayabileceği uygun bir canlı bulmak zorundaydı, ayrıca türlerin hayatta kalabilmesi için bazı genlerin daha fazla olması gerekiyordu.
Bu şartların yerine getirilebilmesi için gereken genler de göz önünde bulundurulduğunda, herhangi bir bakterinin sahip olması gereken gen sayısı 256’yı aşıyordu. Bu rakam elbette sadece bakteriler için geçerlidir. Bu sayının insanlar ve diğer canlılar için çok daha fazla olacağı şüphe götürmez bir gerçek.
Bu araţtırmanın ortaya çıkardığı gerçek son derece açıktır: En basit bakteriler bile, sanıldığı gibi basit bir yapıya sahip değildirler. Bir bakterinin oluşabilmesi için çok fazla sayıda genin aynı anda biraraya gelmesi gerekmektedir. Kuşkusuz ayrı ayrı yerlerde tesadüfen oluşmuş yüzlerce genin (en az) bir gün yine tesadüfen biraraya gelip yeni bir yapı oluşturduklarını; üstelik oluşturdukarı bu yapıyı “canlandırdıklarını” iddia etmek son derece anlamsızdır. Nitekim bugün evrimcilerin kesin olarak çıkmazda oldukları bir konu da; iddia ettikleri gibi inorganik moleküllerden kompleks ve bilgi dolu bir canlının nasıl türediğidir.
Yukarıda verilen bakteri örneğinde olduğu gibi en basit canlının evrim mekanizmaları içinde sahip olduğu genetik bilgiyi aşama aşama nasıl kazandığını gösteren hiçbir delil yoktur.
Mutasyonların çoğunun organizmayı olumsuz yönde değiştirdiği bilinmektedir. Bakterileri antibiyotiklere ya da böcekleri zehire karşı karşı dayanıklı kılan noktasal mutasyonların varlıgı bilinmektedir. Olumlu gözükmelerine rağmen, DNA’nın yapısında yaşanan bu değişiklikler, proteinlerin özelliklerini yok ederek gendeki bilgileri azaltmaktadır. Ayrıca ek hiçbir veri katmamakta, moleküler anlamda canlıya bir yetenek kazandırmamaktadırlar. Dolayısıyla makro düzeyde bir evrim sürecini başlatmış ya da sürdürmüş olmaları mümkün değildir.
Tüm bu bilgilerin ışığında, Mushegian and Koonin’in çalışmaları değerlendirildiğinde çok önemli bir sonuca ulaşılır: yaptıkları araştırmanın, evrenin Allah tarafından yaratıldığını reddeden bilim adamı ve düşünürlerin iddiası olan “kendi kendine var olma” tezini sarstığı. Bilim adamı olsun olmasın, evrenin ve içindeki canlıların kendi kendilerine, üstün ve gücü herşeye yeten bir Yaratıcı olmaksızın yaratıldığını savunanların şu noktaları aydınlatması gerekmektedir:
Bilinci olmayan bir bakteri, minimum 256 geni ve buna ek olarak canlılığın devam etmesi için gereken diğer bütün kimyasal bileşikleri ve yapıları nasıl biraraya getirebilmektedir?
Temelde cansız atomlardan meydana gelen bir bakteri, organik olmayan bir işlem sonucu nasıl bir canlı haline gelebilmektedir?
İnsanlık tarihi boyunca Allah’ın varlığını kabullenmek istemeyenler, dine alternatif fikir akımları yaratarak, varoluşumuza dair soruları cevaplamaya çalışmışlardır. Bu bazen materyalizm gibi siyasal bir ideoloji; bazen varoluşçuluk gibi felsefe ve edebiyatı derinden etkileyen bir akım; bazen de bilim adına çıkarak dünyanın siyasi ve düşünsel hayatını da etkileyen evrim teorisi olmuştur. Ancak hepsinin özünde yatan amaç, biraz önce de belirttiğimiz gibi birdir; Üstün bir Yaratıcı’nın varlığını ve O’na kulluk etmeyi reddetmek.
Kuran’da geçen bir kıssada Hz. İbrahim (A.S.), yaşadığı toplumun Allah’a kulluk etmek yerine inanmayı yeğledikleri ilahlarını yerle bir edince, inkar edenlerle Hz. İbrahim arasında geçen bir konuşma, tüm tanrıtanımaz felsefelerin, akımların özünü göstermektedir.
Dediler ki: “Ey ibrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?” “Hayır” dedi. “Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin.” Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; “Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)” dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: “Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin.” Dedi ki: “O halde, Allah’ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?” (Enbiya Suresi, 62-66)
Tüm evrenin tek sahibinin Allah olduğunu, ateizmi savunanlar da gayet iyi bilmektedirler. Bakterileri oluşturan minimum 256 genin ve diğer kimyasal bileşenlerin tesadüf eseri biraraya gelemeyeceklerini, üstelik cansız atomlardan canlı olan ve son derece bilinçli bir şekilde hareket eden bakterilerin ya da diğer canlıların oluşamayacağının farkındadırlar. Ayette de belirtildiği gibi inkar edenlerin vicdanları gerçeği kendilerine söylemektedir. Ancak, aynı Hz. İbrahim’e başkaldıranlar gibi, inkar etmeye devam etmekte ve felsefelerini sonuna kadar savunmaktadırlar.
Yüzlerce yıldır süregelen inananlarla inanmayanlar arasındaki bu mücadele günümüzde de evrim teorisi başta olmak üzere çeşitli felsefelerle kendisini ifade etmektedir. Ancak inkar edenlerin bir bakteriyi oluşturan genlerin rastlantı eseri biraraya geldiğini savunmaları ya da evrenin kendi kendine oluştuğunu iddia etmeleri, aslında kendilerinin de çok iyi bildiği kesin olan gerçeği değiştirmemektedir:
Allah vardır, O göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan herşeyin Yaratıcısı’dır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder