Son günlerde dünyanın herhangi bir doğa felaketi olmadan, neredeyse gün geçmiyor. Teknoloji istediği kadar ilerlesin, dünyanın en gelişmiş ülkesinden en fakirine kadar tüm ülkeler, başlarına gelen afetler karşısında çaresiz kalıyorlar.
Meksika ve ABD'deki sel baskınları, Laos'taki tayfun ve peşisıra gelen kuraklık, Kuzey Kore'deki kıtlık, İtalya'daki deprem son bir ay içinde gerçekleşen felaketlerden sadece bir kaç tanesi.
Meteoroloji uzmanları tayfunlara, fırtınalara ilginç isimler (Fran, El Nino, Pauline...) takıp, hayal mahsülü 'tabiat ana' ile ilgili yorumlar yapadursun, müminler her olayda Allah'ın Cebbar, Azim, Ala, Kahhar sıfatlarını hatırlayarak Rablerine daha fazla yakınlaşmaya çalışıyorlar. Bu felaketler, Rahman ve Rahim olduğu kadar, Cebbar ve Kahhar olan Rabbimizin büyüklüğünü, gücünü ve yarattıklarının O'na karşı acizliklerini gösteren çok önemli örneklerdir.
Geçtiğimiz Ekim ayı içinde gerçekleşen doğa olaylarını özetlemek gerekirse;
Kolombiya'da aşırı yağmurlar sonucu 3 büyük nehir taştı, bir kasaba tamamen yok oldu.
Pauline Kasırgası Meksika'yı altüst etti, bütün nehirler taştı, turistik merkezler harap oldu.
Karaib Adaları'ndan Montserrat Adası'ndaki volkan harekete geçti.
Endonezya'da orman yangınları sadece ülkeye zarar vermekle kalmıyor, yangınla birlikte ortaya çıkan hava kirliliği tüm bölgeyi tehdit ediyor.
El Nino hem fırtınayı beraberinde getirdi hem de aşırı yağışlar sonucu nehirler taşarak bölgede büyük bir hasar meydana geldi.
Kuzey Kore'de sellerin ve doğal felaketlerin sebep olduğu kıtlık hala devam ediyor.
Geçtiğimiz Temmuz ayında da, Merkez Avrupa'yı etkisi altına alan ve özellikle Almanya, Çekoslavakya ile Polonya'da 100.000 kişinin yaşadıkları yerleri tahliye etmesine; Asya'da ise Hindistan, Bengladeş ve Nepal'de 1100 kişinin ölümüne neden olan sellerden ve diğer doğal felaketlerden tüm insanların çıkarması gereken dersler var.
"Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar." (Tevbe Suresi, 126)
Kur'an-ı Kerim ayetleri felaketlerin, iman etmeyen, Allah'ın sınırlarını aşan, şükretmeyen ve gelen elçileri yalanlayan toplumların başına geldiğini açık bir şekilde anlatıyor. Geçmişle pek çok uygarlık tüm zenginliklerine, güçlerine, ordularına, teknolojilerine karşın tabiat olaylarıyla ortadan yok olmuş, sahip oldukları ihtişamdan ancak kalıntıları günümüze kadar ulaşabilmiştir.
Sebe, Ad, Lut, Nuh gibi Kur'an'da bahsi geçen toplumların yanısıra ismi zikredilmeyen, fakat bu kavimler gibi inkar yolunu benimseyen pek çok medeniyet, onlarla aynı sonu paylaşmışlardır. Kimi bereket sembolü olarak gördüğü yüklü bulutların taşıdığı yağmurlarla, kimi apansızın gelen bir fırtınayla savrulan kumların metrelerce altına gömülerek, kimi de depremlerle yerin dibine geçerek sanki hiç varolmamış gibi bir anda yeryüzünden silinmişlerdir. Felaket, bir kısmını sabahın erken saatlerinde rahat rahat uyurken, bir kısmını geceleyin topluca eğlenirken, kimini de kuşluk vakti yakalamıştır. Hepsi üzerlerine gelen sellerle, depremlerle, tayfunlarla sahip oldukları herşeyi yitirmişlerdir.
Yerin göğün sahibi olan Rahman şüphesiz kullarına karşı bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Allah (c.c.)'ın iman etsin etmesin insanlara verdiği nimetler saymakla bitirilecek gibi değildir ve rahmetinin, şefkatinin, bereketinin hissedilmediği hiç bir an yoktur. Dünya hayatının kimin daha salih amelde bulunacağını ölçmek için yaratıldığını ayetlerde vurgulayan Rabbimiz, aynı zamanda insan için iki yol belirlendiğini buyurmuştur. Rahman'ın sınırlarını koruyanlar için rahmet kapıları sonuna kadar açılırken, kötü ahlak yaşamak isteyen, dünya hayatıyla tatmin bulanların kalpleri üzerinde de Allah'ın Kahhar ve Cebbar sıfatları tecelli eder. Örneğin iman eden, şükreden kavim için yağmurlar bereket olurken, inanmayanlar için yıkım vesilesi olur.
"Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün karşılığını verendir, bilendir." (Nisa Suresi, 147)
Ancak Allah'ın ayetlerini okuyan, üzerinde düşünen Müslümanlar bu sırra vakıf olabiliyor. Ayetlerde anlatılanları 'eskilerin masalları' olarak değerlendiren, tabiat olaylarının yarattığı hasarı hava tahminini daha iyi yaparak, evlerin temelini biraz daha sağlamlaştırarak - Japonya'da, Kobe depreminde olduğu gibi- engelleyebileceklerini zannedenler, hiç bir zaman esas yapmaları gerekenin Allah'a yönelip dönmek olduğunu düşünmüyorlar. '80'li yılların sonlarında, ABD'de Kaliforniya eyaletinde meydana gelen depremi televizyonlarından izleyenler çok değil, sadece bir iki saniyelik bir sarsıntı sonucu, dev otobanların nasıl karton oyuncaklar gibi eğilip büküldüğünü hatırlayacaklardır.
Bu durumun tam tersi olarak Cenab-ı Allah, insanlara şükrederlerse bereketli yağmurlar göndereceğini vaadediyor. Görüldüğü gibi kulluk vazifelerini yerine getiren bir halkın hem dünyası hem de ahireti kurtuluyor, güzelleşiyor. Kazanan daima Allah (C.C.)'ın yanında yer alan, yaratılış amacına uygun hizmet eden toplumlar oluyor.
Fakat Cenab-ı Allah'ın bir adetullahı olmak üzere inanmayan toplumlar, dünyanın neresinde olursa olsun, medya vasıtasıyla hortumları, depremleri, tayfunları ve meydana gelen tahribatları izlemelerine rağmen, hiçbiri başına böyle bir olayın gelebileceğine ihtimal vermiyorlar. Kendi kendilerine bir vicdan muhasebesi yapma ihtiyacı hissetmiyorlar. Bu felaketleri yaşayanlar ise, zorluk anında samimi olarak Rablerini yardıma çağırmalarına rağmen, yaralarını sarar sarmaz, sanki o dehşet anını yaşayanlar kendileri değilmiş gibi, eski hayatlarına geri dönüyorlar.
'İzlediklerimden, yaşadıklarımdan almam gereken ders nedir? Yıllarca çalışıp sahip olduğum ve benim malım olarak gördüğüm evimi, arabamı, sevdiğim bir yakınımı hatta kendi hayatımı kaybetmek bu kadar kolaysa, ben tek baki kalan ve tüm mülkün sahibi olan Rabbime yönelmeliyim' diye düşünen ve iman yolunu seçen insan sayısı pek az... Televizyon kapandığı ya da tahribatlar giderildiği anda, duyulan üzüntü bitiyor, günlük hayatın akışı içinde o an hissedilen korku, yapılan dua unutuluyor.
İnananlar ise, kıyamet gününün sadece küçük bir esinsitisi olan bu tabiat olaylarını gördüklerinde tevbelerini artırıyorlar, daha fazla istiğfar ediyorlar, sahip oldukları nimetler için durmaksızın şükrediyorlar ve Allah'a canlarını müslüman olarak alması için dua ediyorlar.