24 Ekim 2009 Cumartesi

İMAN EDEN İNSANLARIN HAYATLARI BAMBAŞKA OLUR


İmanın çeşitli dereceleri vardır. Allah ayetlerinde güçlü bir imana sahip olan Müslümanların vasıflarına dikkat çekmiş, onların ihlasla ahirete yönelmiş, mütevekkil yapılarını, zorluklar karşısındaki sabırlı tutumlarını, insanlara karşı hoşgörülü, affedici, bağışlayıcı olmalarını ve daha pek çok yönlerini övmüştür.

Ne var ki Allah’tan çok korkan, O’nu çok seven, hayatlarının her anını O’nun için yaşayan ve O’nun emrettiği güzel ahlakın gereklerini eksiksiz olarak yerine getiren bu takva Müslümanların yanı sıra, vicdanlarını gereği gibi kullanmayan, dinsizliğe karşı Allah yolunda fikri mücadele vermekten hiçbir özrü olmadığı halde geri kalan ya da örneğin öfkelenme, olaylar karşısında hüzne ya da paniğe kapılma gibi Allah’ın insanları men ettiği kötü ahlak özelliklerini zaman zaman üzerinde barındırabilen, ama tüm bunlara rağmen iman ettiklerini söyleyen insanlar da vardır. Bu durum, Kuran’da işaret edilen iman derecelerine örnek teşkil ederler. Elbette ki Allah iman eden herkese cennetini vaad etmiştir.

Örneğin bir ayette Allah, hiçbir özürleri olmadığı halde Kendi yolunda fikri mücadeleye katılmayan bazı kişilere de cenneti vaad ettiğini şöyle belirtmektedir: Mü'minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cehd edenleri (çaba gösterenleri) oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va'detmiştir; ancak Allah, cehd edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisa Suresi, 95)Ayette de bildirildiği gibi, Allah, bütün müminlere cenneti vaad ettiğini, ancak Kendi yolunda mallarını ve canlarını ortaya koyarak dinsizliğe karşı fikri mücadele verenlerin daha üstün bir ecre sahip olacaklarını belirtmiştir.

Bu da, bir Müslüman için, Allah rızasının en çoğunun, Allah yolunda fikri mücadele söz konusu olduğunda bu mücadeleye vargücüyle destek olmak, bu ilmi mücadelenin içinde yer almak olduğunu göstermektedir. Böyle bir mücadele varken, haklı bir sebebi olmadan daha az mücadele etmenin veya geri durmanın ise Allah Katında değerinin daha az olduğu görülmektedir. Gerçek iman, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmayı, O’nun emir ve tavsiyelerine kesin bir şekilde riayet etmeyi, Allah’ın emirlerini yerine getirirken şeytanın sinsi tuzaklarına ve nefsinin bencil oyunlarına hiçbir şekilde boyun eğmemeyi, Allah’ın dinini yaşama konusunda hayat boyu devam eden sağlam bir kararlılık göstermeyi de beraberinde getirmektedir.

Dolayısıyla şeytanın aldatıcı oyunlarına karşı Allah yolunda gereken kararlılığı gösteremeyen, zayıf davranabilen, Allah’ın emir ve tavsiyelerine uyma konusunda zaman zaman taviz verebilen insanların bu durumlarını bir an önce düzeltmeye çalışmaları, imanlarını hiç zaman geçirmeden takviye etmeleri, Allah korkularını ve Allah sevgilerini arttırmaları, Allah’a teslim olarak ve ahirete yönelerek sadece Allah rızası için yaşamaya başlamaları Allah’ın rızasına en uygun, en doğru davranış olacaktır. Zayıf imanı güçlendirmek için ne yapmak gerekir?

Elbette zayıf bir imana sahip bir kişinin imanını arttırmak için birtakım sebeplere sarılması; örneğin imanının artmasına vesile olacak iman hakikatlerini öğrenmesi, imani konularda derinlik elde etmek umuduyla bu konuda çok okuması, Kuran'a dört elle sarılması gereklidir. Ne var ki şu önemli hususu da unutmamak gerekir: Aslında gerçek imana sahip olmak için kişinin öncelikli olarak yapması gereken, bütün samimiyetiyle Allah’a yönelmektir. Kişi Allah’ın kendisini duyduğunu, kendisini gördüğünü bilerek, O’na bütün kalbiyle yöneldiğinde ve O’ndan güçlü bir iman dilediğinde, Allah’ın mutlaka duasına icabet ettiğini görecektir. Allah bütün duaları işiten, bütün kullarını tövbe etmeye ve Kendisi'ne yönelmeye çağırandır.

Allah’ın varlığı son derece açık, kesin ve nettir. Gökyüzündeki dev galaksilerden insan vücudundaki küçücük bir organele kadar evrenin dört bir yanını saran Yaratılış mucizeleri Allah’ın varlığının delillerini tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Bu mucizelerden sadece birine dahi şahit olmak Allah’a kesin bir imanla iman etmek için yeterlidir. Öte yandan Allah insana, kendi nefsinde de deliller yaratmıştır. Öyle ki, aslında her insan vicdanının derinliklerinde Allah’ın varlığından son derece emindir. Önemli olan vicdanın üzerini dünyevi hırslara kapılıp örtmemek, vicdanı temiz tutmak ve vicdanın emrettiği doğrultuda yaşamaktır.

İman eden insanın hayatının her anı güzel geçerGerçek şu ki, kesin ve güçlü bir imanla iman eden bir insan, hayatı iman etmeyen insanlardan çok farklı algılar ve yaşar. Her an mutlu ve neşeli olmaları, hiçbir şeyden dolayı üzülüp kederlenmemeleri, hiçbir şekilde ümitsizliğe kapılmamaları, hiçbir sebeple morallerinin bozulmaması, olumsuz gibi görünen şeyler başlarına geldiğinde dahi son derece rahat ve huzurlu olmaları iman edenler ve iman etmeyenlerin arasındaki farklılığı vurgulayan en net örneklerdendir. Bazı insanlar, Allah’ın emir ve tavsiyeleri doğrultusunda yaşadıklarında kendi akıllarınca mutsuz olacaklarını sanarak dinden uzak dururlar. Oysa asıl, din ahlakından uzak durarak mutsuz olurlar.

Mutsuzluklarının sebeplerini de bir türlü anlayamaz, suni yöntemlerle buna önlem almaya çalışırlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar gerçek anlamda mutlu olamazlar. Gerçek mutluluk, ancak Allah’a yönelmekle yaşanır. Allah bir ayetinde bu durumu şöyle ifade etmektedir:… Onlar dünya hayatına sevindiler. Oysa ki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. (Rad Suresi, 26) İman eden insanlar ise her an mutlu ve neşelidirler. Mutlu olmak, neşelenmek için özel bir sebep aramaya gerek duymazlar; onlar zaten iman ediyor olmanın, Allah’ın varlığının delillerini baktıkları her yerde görüyor olmanın ve Allah’ın cennet vaadini sevinçle umuyor olmanın daimi neşesi içindedirler. İman etmeyen insanlar da iman edenlerin her an mutlu, neşeli, tevekküllü tavırlarına çok şaşırır, bunun ardındaki sebebi bir türlü kavrayamazlar.

Özellikle de Müslümanların, başlarına gelen her zorluğa hayır gözüyle bakmalarını hayretle karşılarlar. Kendilerinin çok çabuk mutsuzluğa, üzüntüye kapılacakları bir olay karşısında Müslümanların üzülmemeleri, her zaman olgun, sabırlı, itidalli davranmaları, her ne olursa olsun olaylarda hep hayır, hikmet görmeleri, hayatları boyunca sık sık zorluklarla karşılaştıkları halde rahat ve huzurlu olmaları onları çok şaşırtır. Nitekim müminler başkalarının hiçbir şekilde kaldıramayacağı türde çok çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. Örneğin kınanır, eleştirilir, alay, iftira gibi çeşitli şekilde psikolojik baskılara maruz kalırlar.

Tarih boyunca inkar edenlerin çeşitli baskıları maruz kalan, dahası ölümle tehdit edilen peygamberler ve salih müminlerin durumu buna açık bir örnektir. Karşılaştıkları zorluklar peygambelerin Allah yolunda daha da şevkle mücadele etmelerine vesile olmuştur. Dolayısıyla karşılaşılan zorluklar peygamberleri izleyen müminlerin de neşelerini arttırır, onlar da imanın neşesini, çile ve zorluğun içinde daha da kuvvetli bir şekilde yaşarlar.

Her şeyin Allah’tan olduğunu bilir, Allah’ın yarattığı kadere tam teslim olurlar. Bu iman, Allah’ın Kuran’da övdüğü, makbul olduğunu vurguladığı iman şeklidir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler mücadeleye girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 146)Allah, Kendisine yakınlaşmak için ciddi çaba gösteren kişiye mutlaka icabet ederİşte gerçek, takva bir Müslümanın hedefi, Allah’tan çok korkan, O’nu çok seven ve her an O’na bağlı yaşayan Müslümanlardan olmak, peygamberlerin yolunu izlemek ve imanı, olabilecek en yoğun derecede yaşamaktır.

Nitekim bu kısa ve geçici dünya hayatında Müslümanın üzerine düşen en önemli sorumluluklardan biri, gücünün yettiği en fazla imana sahip olmak, erişebileceği en yüksek Allah korkusuna ve en fazla Allah sevgisine sahip olmaktır. Hiç kuşku yok, daha fazlasına gücü yetebilecekken, daha azıyla yetinmek, vicdanlı bir Müslümanın önemle kaçınması gereken bir davranıştır.

Gerçek şu ki, samimi bir şekilde Allah’a yönelen herkes, çok yüksek bir iman derecesine ulaşabilir. Bunun için kişinin Allah’ı en yakın dost ve veli edinmesi, O’ndan her an saygı dolu bir haşyetle korkması, O’nun dininden hiçbir şekilde taviz vermemesi gerekir. Ciddi bir çabayla Allah’a yakınlıkta sebat gösteren kişi, mutlaka Allah’ın dost edindiği kişilerden olacaktır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)

16 Ekim 2009 Cuma

HER İNSAN TEK BAŞINA HESAP VERECEK

Genelde nefiste sorumluluğu hep başkasına yükleme, hatayı başkasında görme eğilimi vardır. Nefsine uyan bir insan, sıkıntılı veya rahatsız edici birşey yaşadığında sebebinin hep başkaları olduğunu düşünür. İş yerlerinde, arkadaşların birbirleriyle olan ilişkilerinde, aile içi meselelerde, yani insanların birbirleriyle olan diyaloglarında yaşanan anlaşmazlıklarda, hep karşı tarafın yüzünden sorun çıktığına inanılır. Nefis insana, aslında kendisinin son derece iyi niyetli olduğunu, ancak kendisine haksızlık yapıldığını düşündürebilir. Nefse kulak verilirse, kişi bu telkinlerle kendisini sürekli aldatabilir. Bir türlü anlaşılamadığı, anlatmak istediklerini, düşüncelerini, niyetini ifade edemediği inancını taşır, ama kendi eksiklerinin, hatalarının farkına varamaz.

Dolayısıyla bu hatalarını düzeltme, eksikliklerini giderme imkanı da olmaz.Haksızlığa uğradığına ve konuların hep başka sorumluları olduğuna kendini inandırmış bir kişinin olayları algılayıp değerlendirme şekli de son derece yüzeyseldir. Üstelik çoğu zaman fevri, akılcı olmayan, duygusal ve en önemlisi Kuran ahlakına uymayan tepkiler gösterebilir. İçinde bulunduğu durumu akılcı ve mantıklı bir bakış açısıyla değerlendiremediği için, karşısındakini ve çevresindekileri de olmadık şeylerle itham edebilir.

Hem kendisine hem de yakınlarına olumsuzluk verecek bir ruh hali içerisinde olur. Sürekli karşısındakileri suçlayan, akılcı düşünemeyen, mağdur olduğuna inanmış hatta bunu adeta saplantı haline getirmiş bir insanın, çevresindekilere olumlu, güzel, sevgi dolu bir yaklaşımı olması, bunu candan hissettirmesi de mümkün olmayacaktır. Hatta, bu bakış açısına sahip bir kişi konuşmasa bile, varlığıyla negatif bir elektrik yayacaktır.

Bir insan eğer Kuran ahlakını tam yaşamıyorsa ve derin bir imana sahip değilse, elinde buna dair hiç bir bilgi olmamasına rağmen bu dünyada sanki hep uzun yaşayacakmış gibi bir hisse kapılabilir. Her ne kadar çevresinde ölüme dair yüzlerce örnek görse de, imtihanın bir sırrı olarak, çevrede bu açık gerçeği unutturabilecek ve onu gaflete sürükleyecek pek çok detay da vardır. Halbuki dünya, her bir birey için tek tek, Allah tarafından, kişilere has bir kaderle yaratılmıştır.

Uzun yaşayan örneklerin var olması kişinin kendisinin de uzun yıllar yaşayacağı manasını taşımamaktadır. Herkesin kaderi farklıdır. Herkesin tek bir nihai sonu vardır. Herkes Ezeli ve Ebedi olan, Diri ve Kaim olan Yüce Rabbimiz'e varacaktır. Ve herkes tek tek kendi kaderinde belirlenenlere göre, başkalarından bağımsız olarak, sadece kendisine has olan kaderiyle imtihan olmaktadır.

Dolayısıyla “Hep ben iyi davranışlarda bulundum, alttan aldım, sabır gösterip hakkımdan feragat ettim biraz da karşı taraf yapsın” gibi küçük mantıklarla insan niyetini sarsmamalıdır. Müslüman, her koşulda Allah için tevekküllü olur, her koşulda Allah için sabır gösterir. Ve bunu bir ömür boyu şevkle, zevkle yapar, asla güzel ahlak göstermekten taviz vermez. Her defasında Allah rızası için güzel olan davranış ne ise onu uygular.

Tek başına Allah’a varacağını, tek başına hesap vereceğini ve hesabını da hiç kimseyle paylaşmayacağını unutmaz. Kimse onun günahını yüklenmeyecektir. Yahut hiç kimse onun tek başına Allah’a adayarak yaptığı amellerine ortak olmayacaktır. Yalnızca niyetine göre bir tek kendisi yaptıklarından sorumlu olacaktır.

Hiçbir günahkar bir başka günahkarın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın-akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez. Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden 'içleri titreyerek-korkmakta' olanları ve dosdoğru namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenip-arınırsa, artık o, kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah'adır. (Fatır Suresi, 18)
Bunun yanı sıra insan kendi adaletini kendi kendine sağlama eğiliminde değil, Allah’ın adaletine teslim olma yönünde bir bakış açısına sahip olmalıdır. Olayların Allah’ın takdirinden uzak (Allah'ı tenzih ederiz), tesadüfen geliştiğini zanneden insanlarda genelde kendi adaletini kendisi sağlama eğilimi vardır. Bu aslında kişinin içinde bulunduğu gafletin bir göstergesidir. Böyle bir kişi tevekkülden, İslam ahlakından son derece uzaktır.

Tevekkül ve kader bilinci ise Allah’a tam bir güveni, tam bir teslimiyeti getirir. Aksi bir durumda insan hem çok sıkıntılı bir yaşam sürer hem de çok değersiz bir varlık haline dönüşür. Denendiğini, imtihan olduğunu unutmuş, ahirette cenneti haketmek için sınandığından gafil ve habersiz, itidalsiz, akılcılıktan uzak, sevginin, sadakatin, vefanın kıymetini ve anlamını bilmeyen adeta insani tüm özelliklerini yitirmiş bir hale girer. Çünkü tevekkülsüzlük, kişiyi ancak nefsin eseri olan mantıklara götürür. Adaletten uzaklaştırır.

Öfkesine yenilip, başkalarına haksızlık yapmasına, konuyu nefsiyle değerlendirdiği için küçücük bir konuyu büyütmesine, kolaylıkla kapanacak bir konuyu önemli bir mesele haline getirmesine sebep olabilir. Nefis insanı zor bir durumla karşılaştığı anda fevri hisleri dışarı vurmaya yönlendirebilir. Nefiste hemen öfkelenme, sinirlenme, karşı tarafa kızgınlıkla açıklama yapma, üzülme, tartışmaya girme gibi dürtüler var olabilir. Şeytanla aynı safta olan nefis, insanı akılcı düşünmekten uzaklaştırır.

Oysa vicdan, akıl ve Allah korkusu insanda çok güzel ve sağlam bir kontrol mekanizması meydana getirir. Nefiste bu gibi hislerin oluşması onlara kapılıp gitmeyi gerektirmez. Allah korkusunu taşıyan bir insanla taşımayan bir insan arasındaki farklar bu noktalarda kendini gösterir. Allah Al-i İmran Suresinin 134’üncü ayetinde şöyle buyurmuştur: Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.İmanlı insan Allah korkusundan dolayı aklıyla hareket eder. Müslüman kendisini manevi olarak kirletecek bu tarz nefis oyunlarından uzak durur. Biraz düşünür ve hemen güzelden, doğrudan yana seçim yapar. Çünkü aksinin ne maddi olarak ne manevi olarak hiç bir getirisi yoktur. Nefse uymak ahirette de, dünyada da yalnızca kayıp getirir.

Öte yandan kaderi düşünerek, tevvekkül edip, Kuran ahlakıyla hareket eden bir insan da manevi olarak yükseldikçe yükselir. İmanı güçlendikçe güçlenir. Hiç kimse unutmamalıdır ki, herkes kendi yaptıklarından sorumlu tutulacaktır. İnsanın karşısına çıkan bazı kişilerin sergilediği gaflet içindeki tavırlar, kişinin o olumsuzluğa uyması için asla bir bahane olamaz. Kişi seçimini tamamen kendisi yapar. Mümin her koşulda Kuran’a uygun sözler söyleyebilecek, olgun tavır sergileyebilecek bir güce sahiptir.