24 Ekim 2009 Cumartesi

İMAN EDEN İNSANLARIN HAYATLARI BAMBAŞKA OLUR


İmanın çeşitli dereceleri vardır. Allah ayetlerinde güçlü bir imana sahip olan Müslümanların vasıflarına dikkat çekmiş, onların ihlasla ahirete yönelmiş, mütevekkil yapılarını, zorluklar karşısındaki sabırlı tutumlarını, insanlara karşı hoşgörülü, affedici, bağışlayıcı olmalarını ve daha pek çok yönlerini övmüştür.

Ne var ki Allah’tan çok korkan, O’nu çok seven, hayatlarının her anını O’nun için yaşayan ve O’nun emrettiği güzel ahlakın gereklerini eksiksiz olarak yerine getiren bu takva Müslümanların yanı sıra, vicdanlarını gereği gibi kullanmayan, dinsizliğe karşı Allah yolunda fikri mücadele vermekten hiçbir özrü olmadığı halde geri kalan ya da örneğin öfkelenme, olaylar karşısında hüzne ya da paniğe kapılma gibi Allah’ın insanları men ettiği kötü ahlak özelliklerini zaman zaman üzerinde barındırabilen, ama tüm bunlara rağmen iman ettiklerini söyleyen insanlar da vardır. Bu durum, Kuran’da işaret edilen iman derecelerine örnek teşkil ederler. Elbette ki Allah iman eden herkese cennetini vaad etmiştir.

Örneğin bir ayette Allah, hiçbir özürleri olmadığı halde Kendi yolunda fikri mücadeleye katılmayan bazı kişilere de cenneti vaad ettiğini şöyle belirtmektedir: Mü'minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cehd edenleri (çaba gösterenleri) oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va'detmiştir; ancak Allah, cehd edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisa Suresi, 95)Ayette de bildirildiği gibi, Allah, bütün müminlere cenneti vaad ettiğini, ancak Kendi yolunda mallarını ve canlarını ortaya koyarak dinsizliğe karşı fikri mücadele verenlerin daha üstün bir ecre sahip olacaklarını belirtmiştir.

Bu da, bir Müslüman için, Allah rızasının en çoğunun, Allah yolunda fikri mücadele söz konusu olduğunda bu mücadeleye vargücüyle destek olmak, bu ilmi mücadelenin içinde yer almak olduğunu göstermektedir. Böyle bir mücadele varken, haklı bir sebebi olmadan daha az mücadele etmenin veya geri durmanın ise Allah Katında değerinin daha az olduğu görülmektedir. Gerçek iman, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmayı, O’nun emir ve tavsiyelerine kesin bir şekilde riayet etmeyi, Allah’ın emirlerini yerine getirirken şeytanın sinsi tuzaklarına ve nefsinin bencil oyunlarına hiçbir şekilde boyun eğmemeyi, Allah’ın dinini yaşama konusunda hayat boyu devam eden sağlam bir kararlılık göstermeyi de beraberinde getirmektedir.

Dolayısıyla şeytanın aldatıcı oyunlarına karşı Allah yolunda gereken kararlılığı gösteremeyen, zayıf davranabilen, Allah’ın emir ve tavsiyelerine uyma konusunda zaman zaman taviz verebilen insanların bu durumlarını bir an önce düzeltmeye çalışmaları, imanlarını hiç zaman geçirmeden takviye etmeleri, Allah korkularını ve Allah sevgilerini arttırmaları, Allah’a teslim olarak ve ahirete yönelerek sadece Allah rızası için yaşamaya başlamaları Allah’ın rızasına en uygun, en doğru davranış olacaktır. Zayıf imanı güçlendirmek için ne yapmak gerekir?

Elbette zayıf bir imana sahip bir kişinin imanını arttırmak için birtakım sebeplere sarılması; örneğin imanının artmasına vesile olacak iman hakikatlerini öğrenmesi, imani konularda derinlik elde etmek umuduyla bu konuda çok okuması, Kuran'a dört elle sarılması gereklidir. Ne var ki şu önemli hususu da unutmamak gerekir: Aslında gerçek imana sahip olmak için kişinin öncelikli olarak yapması gereken, bütün samimiyetiyle Allah’a yönelmektir. Kişi Allah’ın kendisini duyduğunu, kendisini gördüğünü bilerek, O’na bütün kalbiyle yöneldiğinde ve O’ndan güçlü bir iman dilediğinde, Allah’ın mutlaka duasına icabet ettiğini görecektir. Allah bütün duaları işiten, bütün kullarını tövbe etmeye ve Kendisi'ne yönelmeye çağırandır.

Allah’ın varlığı son derece açık, kesin ve nettir. Gökyüzündeki dev galaksilerden insan vücudundaki küçücük bir organele kadar evrenin dört bir yanını saran Yaratılış mucizeleri Allah’ın varlığının delillerini tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Bu mucizelerden sadece birine dahi şahit olmak Allah’a kesin bir imanla iman etmek için yeterlidir. Öte yandan Allah insana, kendi nefsinde de deliller yaratmıştır. Öyle ki, aslında her insan vicdanının derinliklerinde Allah’ın varlığından son derece emindir. Önemli olan vicdanın üzerini dünyevi hırslara kapılıp örtmemek, vicdanı temiz tutmak ve vicdanın emrettiği doğrultuda yaşamaktır.

İman eden insanın hayatının her anı güzel geçerGerçek şu ki, kesin ve güçlü bir imanla iman eden bir insan, hayatı iman etmeyen insanlardan çok farklı algılar ve yaşar. Her an mutlu ve neşeli olmaları, hiçbir şeyden dolayı üzülüp kederlenmemeleri, hiçbir şekilde ümitsizliğe kapılmamaları, hiçbir sebeple morallerinin bozulmaması, olumsuz gibi görünen şeyler başlarına geldiğinde dahi son derece rahat ve huzurlu olmaları iman edenler ve iman etmeyenlerin arasındaki farklılığı vurgulayan en net örneklerdendir. Bazı insanlar, Allah’ın emir ve tavsiyeleri doğrultusunda yaşadıklarında kendi akıllarınca mutsuz olacaklarını sanarak dinden uzak dururlar. Oysa asıl, din ahlakından uzak durarak mutsuz olurlar.

Mutsuzluklarının sebeplerini de bir türlü anlayamaz, suni yöntemlerle buna önlem almaya çalışırlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar gerçek anlamda mutlu olamazlar. Gerçek mutluluk, ancak Allah’a yönelmekle yaşanır. Allah bir ayetinde bu durumu şöyle ifade etmektedir:… Onlar dünya hayatına sevindiler. Oysa ki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. (Rad Suresi, 26) İman eden insanlar ise her an mutlu ve neşelidirler. Mutlu olmak, neşelenmek için özel bir sebep aramaya gerek duymazlar; onlar zaten iman ediyor olmanın, Allah’ın varlığının delillerini baktıkları her yerde görüyor olmanın ve Allah’ın cennet vaadini sevinçle umuyor olmanın daimi neşesi içindedirler. İman etmeyen insanlar da iman edenlerin her an mutlu, neşeli, tevekküllü tavırlarına çok şaşırır, bunun ardındaki sebebi bir türlü kavrayamazlar.

Özellikle de Müslümanların, başlarına gelen her zorluğa hayır gözüyle bakmalarını hayretle karşılarlar. Kendilerinin çok çabuk mutsuzluğa, üzüntüye kapılacakları bir olay karşısında Müslümanların üzülmemeleri, her zaman olgun, sabırlı, itidalli davranmaları, her ne olursa olsun olaylarda hep hayır, hikmet görmeleri, hayatları boyunca sık sık zorluklarla karşılaştıkları halde rahat ve huzurlu olmaları onları çok şaşırtır. Nitekim müminler başkalarının hiçbir şekilde kaldıramayacağı türde çok çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. Örneğin kınanır, eleştirilir, alay, iftira gibi çeşitli şekilde psikolojik baskılara maruz kalırlar.

Tarih boyunca inkar edenlerin çeşitli baskıları maruz kalan, dahası ölümle tehdit edilen peygamberler ve salih müminlerin durumu buna açık bir örnektir. Karşılaştıkları zorluklar peygambelerin Allah yolunda daha da şevkle mücadele etmelerine vesile olmuştur. Dolayısıyla karşılaşılan zorluklar peygamberleri izleyen müminlerin de neşelerini arttırır, onlar da imanın neşesini, çile ve zorluğun içinde daha da kuvvetli bir şekilde yaşarlar.

Her şeyin Allah’tan olduğunu bilir, Allah’ın yarattığı kadere tam teslim olurlar. Bu iman, Allah’ın Kuran’da övdüğü, makbul olduğunu vurguladığı iman şeklidir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler mücadeleye girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 146)Allah, Kendisine yakınlaşmak için ciddi çaba gösteren kişiye mutlaka icabet ederİşte gerçek, takva bir Müslümanın hedefi, Allah’tan çok korkan, O’nu çok seven ve her an O’na bağlı yaşayan Müslümanlardan olmak, peygamberlerin yolunu izlemek ve imanı, olabilecek en yoğun derecede yaşamaktır.

Nitekim bu kısa ve geçici dünya hayatında Müslümanın üzerine düşen en önemli sorumluluklardan biri, gücünün yettiği en fazla imana sahip olmak, erişebileceği en yüksek Allah korkusuna ve en fazla Allah sevgisine sahip olmaktır. Hiç kuşku yok, daha fazlasına gücü yetebilecekken, daha azıyla yetinmek, vicdanlı bir Müslümanın önemle kaçınması gereken bir davranıştır.

Gerçek şu ki, samimi bir şekilde Allah’a yönelen herkes, çok yüksek bir iman derecesine ulaşabilir. Bunun için kişinin Allah’ı en yakın dost ve veli edinmesi, O’ndan her an saygı dolu bir haşyetle korkması, O’nun dininden hiçbir şekilde taviz vermemesi gerekir. Ciddi bir çabayla Allah’a yakınlıkta sebat gösteren kişi, mutlaka Allah’ın dost edindiği kişilerden olacaktır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)

16 Ekim 2009 Cuma

HER İNSAN TEK BAŞINA HESAP VERECEK

Genelde nefiste sorumluluğu hep başkasına yükleme, hatayı başkasında görme eğilimi vardır. Nefsine uyan bir insan, sıkıntılı veya rahatsız edici birşey yaşadığında sebebinin hep başkaları olduğunu düşünür. İş yerlerinde, arkadaşların birbirleriyle olan ilişkilerinde, aile içi meselelerde, yani insanların birbirleriyle olan diyaloglarında yaşanan anlaşmazlıklarda, hep karşı tarafın yüzünden sorun çıktığına inanılır. Nefis insana, aslında kendisinin son derece iyi niyetli olduğunu, ancak kendisine haksızlık yapıldığını düşündürebilir. Nefse kulak verilirse, kişi bu telkinlerle kendisini sürekli aldatabilir. Bir türlü anlaşılamadığı, anlatmak istediklerini, düşüncelerini, niyetini ifade edemediği inancını taşır, ama kendi eksiklerinin, hatalarının farkına varamaz.

Dolayısıyla bu hatalarını düzeltme, eksikliklerini giderme imkanı da olmaz.Haksızlığa uğradığına ve konuların hep başka sorumluları olduğuna kendini inandırmış bir kişinin olayları algılayıp değerlendirme şekli de son derece yüzeyseldir. Üstelik çoğu zaman fevri, akılcı olmayan, duygusal ve en önemlisi Kuran ahlakına uymayan tepkiler gösterebilir. İçinde bulunduğu durumu akılcı ve mantıklı bir bakış açısıyla değerlendiremediği için, karşısındakini ve çevresindekileri de olmadık şeylerle itham edebilir.

Hem kendisine hem de yakınlarına olumsuzluk verecek bir ruh hali içerisinde olur. Sürekli karşısındakileri suçlayan, akılcı düşünemeyen, mağdur olduğuna inanmış hatta bunu adeta saplantı haline getirmiş bir insanın, çevresindekilere olumlu, güzel, sevgi dolu bir yaklaşımı olması, bunu candan hissettirmesi de mümkün olmayacaktır. Hatta, bu bakış açısına sahip bir kişi konuşmasa bile, varlığıyla negatif bir elektrik yayacaktır.

Bir insan eğer Kuran ahlakını tam yaşamıyorsa ve derin bir imana sahip değilse, elinde buna dair hiç bir bilgi olmamasına rağmen bu dünyada sanki hep uzun yaşayacakmış gibi bir hisse kapılabilir. Her ne kadar çevresinde ölüme dair yüzlerce örnek görse de, imtihanın bir sırrı olarak, çevrede bu açık gerçeği unutturabilecek ve onu gaflete sürükleyecek pek çok detay da vardır. Halbuki dünya, her bir birey için tek tek, Allah tarafından, kişilere has bir kaderle yaratılmıştır.

Uzun yaşayan örneklerin var olması kişinin kendisinin de uzun yıllar yaşayacağı manasını taşımamaktadır. Herkesin kaderi farklıdır. Herkesin tek bir nihai sonu vardır. Herkes Ezeli ve Ebedi olan, Diri ve Kaim olan Yüce Rabbimiz'e varacaktır. Ve herkes tek tek kendi kaderinde belirlenenlere göre, başkalarından bağımsız olarak, sadece kendisine has olan kaderiyle imtihan olmaktadır.

Dolayısıyla “Hep ben iyi davranışlarda bulundum, alttan aldım, sabır gösterip hakkımdan feragat ettim biraz da karşı taraf yapsın” gibi küçük mantıklarla insan niyetini sarsmamalıdır. Müslüman, her koşulda Allah için tevekküllü olur, her koşulda Allah için sabır gösterir. Ve bunu bir ömür boyu şevkle, zevkle yapar, asla güzel ahlak göstermekten taviz vermez. Her defasında Allah rızası için güzel olan davranış ne ise onu uygular.

Tek başına Allah’a varacağını, tek başına hesap vereceğini ve hesabını da hiç kimseyle paylaşmayacağını unutmaz. Kimse onun günahını yüklenmeyecektir. Yahut hiç kimse onun tek başına Allah’a adayarak yaptığı amellerine ortak olmayacaktır. Yalnızca niyetine göre bir tek kendisi yaptıklarından sorumlu olacaktır.

Hiçbir günahkar bir başka günahkarın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın-akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez. Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden 'içleri titreyerek-korkmakta' olanları ve dosdoğru namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenip-arınırsa, artık o, kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah'adır. (Fatır Suresi, 18)
Bunun yanı sıra insan kendi adaletini kendi kendine sağlama eğiliminde değil, Allah’ın adaletine teslim olma yönünde bir bakış açısına sahip olmalıdır. Olayların Allah’ın takdirinden uzak (Allah'ı tenzih ederiz), tesadüfen geliştiğini zanneden insanlarda genelde kendi adaletini kendisi sağlama eğilimi vardır. Bu aslında kişinin içinde bulunduğu gafletin bir göstergesidir. Böyle bir kişi tevekkülden, İslam ahlakından son derece uzaktır.

Tevekkül ve kader bilinci ise Allah’a tam bir güveni, tam bir teslimiyeti getirir. Aksi bir durumda insan hem çok sıkıntılı bir yaşam sürer hem de çok değersiz bir varlık haline dönüşür. Denendiğini, imtihan olduğunu unutmuş, ahirette cenneti haketmek için sınandığından gafil ve habersiz, itidalsiz, akılcılıktan uzak, sevginin, sadakatin, vefanın kıymetini ve anlamını bilmeyen adeta insani tüm özelliklerini yitirmiş bir hale girer. Çünkü tevekkülsüzlük, kişiyi ancak nefsin eseri olan mantıklara götürür. Adaletten uzaklaştırır.

Öfkesine yenilip, başkalarına haksızlık yapmasına, konuyu nefsiyle değerlendirdiği için küçücük bir konuyu büyütmesine, kolaylıkla kapanacak bir konuyu önemli bir mesele haline getirmesine sebep olabilir. Nefis insanı zor bir durumla karşılaştığı anda fevri hisleri dışarı vurmaya yönlendirebilir. Nefiste hemen öfkelenme, sinirlenme, karşı tarafa kızgınlıkla açıklama yapma, üzülme, tartışmaya girme gibi dürtüler var olabilir. Şeytanla aynı safta olan nefis, insanı akılcı düşünmekten uzaklaştırır.

Oysa vicdan, akıl ve Allah korkusu insanda çok güzel ve sağlam bir kontrol mekanizması meydana getirir. Nefiste bu gibi hislerin oluşması onlara kapılıp gitmeyi gerektirmez. Allah korkusunu taşıyan bir insanla taşımayan bir insan arasındaki farklar bu noktalarda kendini gösterir. Allah Al-i İmran Suresinin 134’üncü ayetinde şöyle buyurmuştur: Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.İmanlı insan Allah korkusundan dolayı aklıyla hareket eder. Müslüman kendisini manevi olarak kirletecek bu tarz nefis oyunlarından uzak durur. Biraz düşünür ve hemen güzelden, doğrudan yana seçim yapar. Çünkü aksinin ne maddi olarak ne manevi olarak hiç bir getirisi yoktur. Nefse uymak ahirette de, dünyada da yalnızca kayıp getirir.

Öte yandan kaderi düşünerek, tevvekkül edip, Kuran ahlakıyla hareket eden bir insan da manevi olarak yükseldikçe yükselir. İmanı güçlendikçe güçlenir. Hiç kimse unutmamalıdır ki, herkes kendi yaptıklarından sorumlu tutulacaktır. İnsanın karşısına çıkan bazı kişilerin sergilediği gaflet içindeki tavırlar, kişinin o olumsuzluğa uyması için asla bir bahane olamaz. Kişi seçimini tamamen kendisi yapar. Mümin her koşulda Kuran’a uygun sözler söyleyebilecek, olgun tavır sergileyebilecek bir güce sahiptir.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

ALLAH'TAN VE CEHENNEMDEN KORKMAK ÖNEMLİ BİR MÜMİN ALAMETİDİR

Allah Kuran’ın pek çok ayetinde Kendisi'nden korkmayı insanlara emretmiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Haşr Suresi, 18)… Öyleyse ey iman eden temiz akıl sahipleri, Allah'tan korkun. Doğrusu Allah, size bir zikir (uyaran, hatırlatan ve öğüt veren Kur'an) indirmiştir. (Talak Suresi, 10)Bir başka ayette Allah insanlara güç yetirebildiği kadar Kendisi'nden korkmasını, Allah korkusunu elinden geldiğince arttırmasını tavsiye etmiştir: Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin… (Tegabün Suresi, 16)Kuran ahlakını bilmeyen veya tam yaşamayan bazı insanlar ise Allah’tan korkmanın önemi ve gerekliliğini yeteri kadar iyi anlayamamaktadır. Bu, Kuran bilgisi yönünden eksik olmalarından ve Allah korkusunun gerçek anlamını bilmemelerinden kaynaklanmaktadır.

Allah korkusu, Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda yerleşik hale gelmiş birtakım korku türlerine hiçbir şekilde benzemez. Kuran ahlakından uzak yaşayan insan toplulukları din ahlakından uzak kalmalarının doğal sonucu olan karamsar ruh halleri doğrultusunda pek çok korkunun esiri olmuşlardır. Gelecek korkusu, yaşlanma korkusu, yalnız kalma korkusu, ölüm korkusu, ani bir hastalığa yakalanma korkusu, alay edilme korkusu, başarısızlık korkusu, deprem korkusu, ölümcül hastalığa yakalanma korkusu ve daha pek çok korku türünün tuzağına düşen bu insanlar son derece mutsuz bir hayat sürer, her an başlarına kötü bir şey gelebileceği endişesi içerisinde müthiş gergin bir halde yaşarlar. İşte bu kişiler Allah korkusunu da kendi karanlık dünyalarında yaşadıkları korkular gibi sanma yanılgısına kapılmışlardır.

Oysa Allah korkusunun bu sayılan korku türleriyle hiçbir ilgisi ve benzerliği yoktur. Allah korkusu, Allah’ın Yüce ahlakını bilen, Allah’ı tanıyan, O’nu çok seven bir insanda oluşan, saygı dolu, insanda coşku ve heyecan oluşturan çok asil bir duygudur. Yukarıda sayılan korkuların aksine, insanı büyük bir huzur ve mutluluğa sevk eden, aklını ve cesaretini artıran, bitmek bilmeyen bir şevk ve coşkun bir imana sahip olmasını sağlayan, insana derin bir anlayış, hikmet ve heybet veren bir korkudur. Allah’tan korkan kişi gelecek korkusu, ölüm korkusu, hastalık korkusu, yalnız kalma korkusu ve benzerleri gibi dünyevi korkulara kapılmaz.

Çünkü başına her ne gelirse, ne ile karşılaşırsa karşılaşsın, bunun, tek gerçek dostu olan Allah’ın kendisi için yarattığı en hayırlı kader olduğunu bilir. Allah'ı kendisine vekil edinmiş olmanın konforunu yaşar, her işinde sadece Allah'a yönelip döner.Allah korkusu insana güzel bir ahlak kazandırırAllah’tan korkan bir insan toplumdaki en güvenilir kişidir. Allah’tan korktuğu için yalan söylemeyecek, Allah’ın hoşnut olmayacağı kötü davranışlar sergilemeyecek, kendi çıkarları değil, başkalarının çıkarlarını gözetecek, kendi rahatını değil, başkalarının rahatını düşünecek, etrafına hep hayır ve güzellik sunmaya çalışacaktır.

Allah'tan korkan kişide samimiyet, dürüstlük, candanlık, vefa, sadakat, fedakarlık gibi güzel ahlaka ait tüm tavırlar en kaliteli şekilde görülür. Allah korkusu taşımayan bir insanda ise bu özelliklerin gerçek anlamda ve devamlı bulunması mümkün değildir. Zira Allah'tan, Rabbimiz'e hesap vermekten, cehenneme girip yaptığı kötülüklerin karşılığını görmekten korkmadığı için bu kısa dünya hayatında kendi çıkarlarından fedakarlıkta bulunup güzel davranışlar sergilemesini gerektiren bir durum olmadığını düşünür.

Allah'tan korkan bir Müslüman ise bunun tam tersi bir tavır ortaya koyar. Her konuda Allah korkusundan kaynaklanan güçlü vicdanına başvurur ve çıkarlarını değil, güzel ahlakın sınırlarını korur. Müslüman cehennemdeki azaptan korkarCehennemden korkmak, cehennemin azabını düşünerek Allah korkusunu arttırmak da Müslümanın önemli özelliklerindendir. Allah ayetlerinde Müslümanların cehennem azabından yana korku duyduklarını belirtmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:"Ve ben, Müslümanların ilki olmakla da emrolundum." De ki: "Ben, Rabbime isyan ettiğim takdirde, büyük bir günün azabından korkarım." (Zümer Suresi, 12-13)De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.) De ki: "Şüphesiz ben, Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından korkarım." (Enam Suresi, 14-15)

Cehennemin varlığını düşünmek Müslüman için, imanını derinleştirecek, takvasını güçlendirecek, ahlakını güzelleştirecek önemli bir tefekkür yoludur. Müslüman Allah'ın Kuran’da detaylı detaylı olarak bildirdiği cehennemden korkar, cehennemin özelliklerini daima aklında tutar ve cehennemin adeta bir adım ötede olduğunu varsayarak davranır.

23 Temmuz 2009 Perşembe

DERİN DÜŞÜNMEK ALLAH'IN MÜSLÜMANLARA EMRİDİR

Allah insanı yaratmış, ona düşünme yeteneği bahşetmiştir. Ne var ki insanların bir kısmı bu önemli yeteneği gereği gibi önemsemez ve kullanmazlar. Oysa herkes yüksek bir düşünce kapasitesine sahiptir ve farkında dahi olmadığı bu gücü geliştirdiği takdirde oldukça derin düşünebilen bir insan haline gelebilir.

Derin düşünmek müminlerin önemli özelliklerinden biridir. Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)Derin düşünmekten neyin kastedildiğini doğru anlamak gerekir. Derin düşümek, bazı insanların sandığı gibi, sadece kendini dış dünyadan soyutlamak, karanlık bir odaya kapanıp uzun uzun düşüncelere dalmak değildir.

Derin düşünmek yüzeysel değerlendirmelerden kaçınmak, olayların gerçek yüzünü görebilmek, gerçek mahiyetini kavrayabilmektir. Bunun için Kuran ahlakını yaşamak, Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uymak, olayları bu doğrultuda değerlendirmek gerekir. Derin düşünmenin temelinde, etrafımızda var olan Yaratılış delillerini kavrayabilmek, Allah’ı ve Kuran’ı iyi tanımak, herşeye Allah'ın Kuran'da öğrettiği ahlakla ve ruhla bakmak gerekir.

Allah’ı gönülden seven ve Yaratılışın delillerini gören insan, doğal olarak derin düşünmeye ve daha önce hiç fark edemediği gerçekleri görmeye başlayacaktır. Derin düşünmemek inkarcılara ait bir özelliktirDerin düşünmeyen insanlar, olayların sadece zahirde (görünürde, ilk bakışta) görünen kısmını fark edip, derindeki manayı kavrayamayan insanlardır. Etraflarındaki açık gerçekler üzerinde düşünmez, düşünmedikleri için de akılları uyuşur, kavrayış güçleri kırılır, böylece gözlerinin önünde apaçık duran gerçekleri dahi göremez hale gelirler.

Örneğin sürekli olarak insanların öldüklerine şahit oldukları halde, sanki kendileri hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat sürer, ölümden sonraki sonsuz hayatları için hiçbir hazırlık yapmazlar. Ya da her gün etraflarında Yaratılışın pek çok delilini gördükleri halde, bu delillerin Allah’ın büyüklüğünü ve hakimiyetini gözler önüne serdiğini fark edemezler. Allah iman etmeyenlerin düşünce güçlerini kaybettiklerini, böylece akletmeyen bir topluluk olduklarını ayetlerinde şöyle bildirmektedir:…

Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)

İman edenler ise Allah’ın yaratma sanatını etraflarındaki her noktada görür ve her gördükleri detay onların düşünce ufkunu açar. Bir ağacın kupkuru dalından çıkan meyveler, başlarının üzerindeki uçsuz bucaksız gökyüzü, çevrede rastladıkları yavru kediler ve daha pek çok görüntü Allah’ın yaratma sanatını düşünmelerini sağlar, solmuş bir çiçek ya da yolda yürüyen yaşlı bir insan dünyanın geçiciliğini akıllarına getirir, gazetede gördükleri ölüm ilanları onlara ölümün yakınlığını hatırlatır.

İşte tüm bu yönleriyle de düşünmeyen, akletmeyen inkarcılardan ayrılırlar ve bu şuurlu bakış açıları onların düşünen, gören, işiten, şuur sahibi, Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi akleden insanlar olmalarına vesile olur. Derin düşünmek aynı zamanda cennete bir hazırlıktırAllah’ın yarattığı detayları görebilen insan olmak çok önemlidir. Çünkü cennet muhteşem detaylardan oluşan bir güzellikler yurdudur.

İnsanın oradaki detayları görebilmesi için kendini bu dünyada yetiştirmesi, detay görebilen, derinlik gücü olan bir insan haline getirmesi gerekir.Allah cennet ile ilgili ayetlerinde cennetteki sayısız detaya ilişkin pek çok örnek vermektedir. Irmaklar, pınarlar, yeşillikler, ne sıcak ne soğuk tam kararında gölgelikler, yüksek köşkler, güzel konaklar, yükseklere kurulmuş tahtlar, çarpıcı güzellikte döşekler, yastıklar, göz kamaştıran giysiler, takılar, mükemmel tatta ve kokuda yiyecek ve içecekler Allah’ın haber verdiği cennet güzelliklerinden bazılarıdır.

Müslüman, Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmayı Allah’tan şiddetle istediğinden, cennete layık olmak için şimdiden hazırlık yapmalıdır. Bu hazırlığı ibadetleriyle ve güzel ahlakıyla yaptığı gibi, Allah’ın evrende yarattığı detayları görme ve derin düşünme konusunda kendini geliştirerek de cennet hazırlığı içerisinde olmalıdır. Hiç kuşku yok cennet ehli müminlerin önemli bir özelliği, cennetteki detayları çok iyi görecek ve bu güzel detaylardan çok büyük zevk alacak insanlar olmalarıdır. Dolayısıyla bu dünyada cennet ehlinin vasıflarını kazanmak isteyen bir Müslüman, onların ahlaki özelliklerine ulaşmayı istediği gibi, nimetlerdeki detayları görebilme ve derin düşünme konusundaki manevi güçlerine de dünya hayatındayken erişmeyi ister.

Bu nedenle büyük bir şevk ve heyecanla düşünce ufkunu geliştirir ve cennet sevinci içerisinde kendini yetiştirir. Bunun yolu da etrafında gördüğü herşeye Allah'ın sanatı ve kudretini görerek bakması, Kuran ahlakıyla düşünmesi, güzelliği fark etmesi, Yaratılış delillerini, Allah’ın nimetlerini sürekli olarak sevinçle anması ve Allah’ın sanatını Allah'ın Yüce Şanını tesbih ederek durmaksızın zikretmesidir.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Yunusların Ses Dalgaları ve Sonar Teknolojisi


Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler."(Zümer Suresi, 38)

Ses, havada ve suda dalgalar halinde yayılır ve bu dalgalar herhangi bir cisme çarparsa geri döner. Eğer yeterli bilgi ve teknolojiye sahipseniz, dönen dalgalardan bu cisim hakkında çeşitli bilgiler edinebilirsiniz: Dalga kaynağının sizden ne kadar uzakta olduğu, büyüklüğü ya da ne yöne, hangi hızla hareket ettiği gibi...

Ses ve basınç dalgalarını kullanarak objelerin yerini tespit etme teknolojisi 20. yüzyılda geliştirilmiştir. Bu teknoloji, her ne kadar savaşta kullanılmak amacıyla geliştirilmişse de, günümüzde batık gemilerin yerlerini belirleme ya da deniz dibi haritalarının çıkarılması gibi amaçlarla kullanılmaktadır. Ancak doğadaki canlılar bundan milyonlarca yıl önce, henüz insanlar bu sistemleri keşfetmemişken, etrafa yayılan ses dalgalarını kullanıyor ve bu sayede yaşamlarını sürdürüyorlardı.

Örneğin yunuslar, yarasalar, balıklar ve güveler yaratıldıkları ilk andan beri "sonar" adı verilen bu sisteme sahip olan canlılardandır. Üstelik bu sistemler bugün bizim kullandıklarımızdan çok daha duyarlı ve kullanışlıdır.

Yunuslar, başlarında bulunan "melon" (kavun) adındaki özel bir organdan sıklığı saniyede 200 bin titreşime ulaşan ses dalgaları yollar. Bu canlı, kafasını hareket ettirerek dalgaları istediği tarafa doğru yönlendirebilir. Yayılan ses dalgaları katı bir cisme çarptığında yansıyarak yunusa geri döner. Balığın ağzının alt tarafı alıcı görevi görür. Alınan dalgalar önce iç kulağa, oradan da beyne gönderilir. Bu veriler oldukça hızlı olarak yorumlanır. Bu yorumlama sayesinde son derece hassas ve kesin bilgiler elde edilir. Yunus, bu sayede ses dalgasının çarptığı objenin hareket yönünü, hızını ve büyüklüğünü ayrıntılarıyla belirleyebilir.1

Yunusun dalgaları yorumlama sistemi o kadar üstündür ki, bir balık sürüsü içindeki tek bir balığı bile izleyebilir.Hatta zifiri karanlıkta suda kendinden 3 km. uzakta duran iki ayrı metal parayı birbirinden ayırt edebilir.

Günümüzde, gemilerde ve denizaltılarda yön ve hedef tayininde SONAR adı verilen cihaz kullanılır. Sonarların çalışma prensibi, yunusların ses dalgalarını kullanma sistemiyle aynıdır.
ABD'de Yale Üniveritesi'nde keşif amacı ile kullanılacak bir robot geliştirilmiştir. Robotta, profesör ve aynı zamanda elektrik mühendisi olan Roman Kuc'un yunusların sonarını taklit ederek yaptığı sonar sistemi kullanılmıştır. Bu başarısına rağmen 10 yıldır ses üstü algılayıcılar ve robot teknolojisi üzerine çalışan profesör Kuc doğaya dikkat çekerek şöyle demektedir:
Sonar yapımı için doğaya daha yakından bakmalıyız, gözden kaçırdığımız herhangi bir şey olabilir.

Birisi size ses dalgalarının deniz suyunda saniyede 1500 m. hızla ilerlediğini söylese ve şöyle bir soru sorsa: İçinde bulunduğunuz bir denizaltıdan bir gemiye gönderilen ses dalgaları 4 saniye sonra geri geliyorsa gemi ne kadar uzaktadır?

Yapacağınız hesaplama sonucunda bulacağınız sonuç, 3 km. olacaktır. Yunuslar da benzer hesaplamaları büyük bir rahatlıkla yaparlar. Ancak elbette ki yunuslar ne ses dalgalarının sudaki yayılma hızını, ne çarpma işlemini ne de bölme yapmayı bilirler. Bu da bize, bütün bu işlemlerin yunuslar tarafından yapılmadığını, onların sadece Allah'ın kendilerine emrettiği şekilde hareket ettiklerini açık olarak gösterir.

25 Haziran 2009 Perşembe

MÜMİNLER ALLAH YOLUNDA KENDİLERİNE İSABET EDEBİLECEK ZORLUKLARDAN KAÇINMAZLAR

Allah’a iman eden ve Allah’ın emir ve yasaklarına uygun yaşayan kişiler, tarih boyunca iman etmeyenler tarafından çeşitli baskılara uğratılmış ve yıldırılmaya çalışılmışlardır. Bu durumun temelinde müminlerin salih ve temiz ahlaklarının ve yaşantılarının, inkarcıların gayri meşru ve gayri ahlaki yaşantılarına ve menfaatlerine uymaması vardır. Her Müslüman, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakla sorumludur. Dolayısıyla her mümin yaşadığı toplumu Allah’tan başkasına kulluk etmemeye ve samimi imana davet eder. Tabii ki bu durum şeytanın emellerine hizmet eden, kendi çıkarı peşinde koşan, haksızlık ve zulümle makam, mevki ve menfaat elde etmeyi alışkanlık haline getirmiş, gayrı ahlaki yaşantıyı, yalanı, iftirayı, illegal kazançları ve Allah'ın sınırlarını çiğnemeyi hayat şekli olarak benimsemiş bazı kimseleri rahatsız eder.

Çünkü yalnızca Allah’tan korkup Allah’a kulluk eden bir mümin, asla dünyevi menfaatlerle veya baskı ile kontrol altına alınıp gayrı meşru işlere yönlendirilemez. Dolayısıyla Kuran ahlakının tam olarak yaşandığı bir toplumda, bu tür eğilimi olan insanlar illegal eylemlerine devam edemezler.

Kuran ahlakını yaşayan temiz bir toplumda, yukarıda bahsi geçen kişiler sahtekarlık yapamaz, harama el uzatmaz, hırsızlık, bozgunculuk yapamaz hale gelirler ve bu da gayri ahlaki menfaatlerinin zarar görmesi demektir. İşte bu yüzden müminlerin Kuran ahlakını yaymaya ve insanların Allah korkularını kuvvetlendirmeye yönelik ilmi faaliyetleri, gayri meşru düzenleri ve sistemleri bozulan inkarcıları müthiş rahatsız eder. Allah’a kalpten teslim olmuş bir Müslüman ise her ne tepki alırsa alsın, asla Allah’ın rızasını kazanma yönündeki şevkini kaybetmez. Allah, Kendi rızasını aramak için sabreden ve gayret gösteren mümin kullarının yanındadır ve mutlaka onlara yardım eder. Bu gerçeğe iman eden Müslümanlar, Allah yolunda kendilerine isabet edebilecek zorluklardan kaçınmazlar. Allah’a güvenen ve kader inancı güçlü bir mümin, inkarcılar tarafından uğratılabileceği baskılardan ve görebileceği muhtemel zarardan korkuya kapılmaz. Her olayı Allah’ın kaderinde hayır olarak yarattığını ve bunun imtihanının bir parçası olduğu gerçeğini aklından çıkarmaz. Bu bir Müslümanın, gönülden coşkuyla sevip bağlı olduğu Allah’ına sevgisini ve sadakatini gösterebilmesi için yaratılan bir imkandır.

Bu yüzden tarih boyunca yaşamış tüm müminler, Allah yolunda kendilerine isabet eden zorluklardan dolayı asla yılgınlığa kapılmamışlar, tam aksine Allah’ın rızasını kazanmak için sabrettikleri tüm zorlukları birer sevinç vesilesi olarak karşılamışlardır. Kuşkusuz, zaman zaman müminlere karşı yapılan saldırılar, Allah’a gerektiği gibi iman etmeyen, tevekkülü ruhlarında yaşamayan, zayıf karakterli insanları yıldırıp korkutacak saldırılardır. Ancak aslında, salih müminlerin takva yönünden daha ileri geçebilmeleri için Allah tarafından yaratılmış hayırlı bir denemedir. Çünkü müminler, Allah’a olan tevekküllerinden dolayı inkarcıların tehditlerine karşı son derece kararlı, son derece güvenli bir tavır sergilerler. Allah müminlerin bu tavrını bir Kuran ayetinde şu şekilde haber verir:Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 173)Bu yüzden, salih bir Müslümanın baskılardan ve muhtemel kayıplardan çekinerek Allah’ın rızasını kazanmak için gayret göstermek yerine, ilmi mücadeleden kaçınan ve sözde tehlikeden uzak bir yaşam seçmesi ona yakışmaz. Öncelikle mümin, herşeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu ve Allah’ın dilemesi dışında, başına gelecek hiçbir olayı engellemeye gücünün yetmeyeceğini bilir.

Herşeyin ve herkesin tek sahibi olan Allah dilerse, bir Müslüman en tehlikeli gibi görünen bir olaydan hiç bir zarar görmeden kurtulur, fakat Allah eğer kaderde zahiren zarar gibi görünen bir olay yaşamasını dilemişse, evinde istirahat ederken de çok farklı bir olayla karşılaşabilir. Allah'ın takdir ettiği kadar dışında hiçbir şeyle karşılaşmayacağına iman edenler için, yalnız Allah'a sığınmak, O'na güvenip dayanmak ve Allah'ın takdir ettiği kadere gönülden teslim olmak büyük bri konfor ve üstünlüktür.

Mümin Allah'ı dost edinmiş olmanın gücü ve kuvvetiyle yaşayan insandır. Allah bu ahlak özelliğini bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirmektedir:De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiç bir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)Baskılardan, zorluklardan, sıkıntılardan korunmak için ilmi mücadeleden kendilerini uzak tutan ve Allah’ın iradesi dışında (Allah’ı tenzih ederiz) kendilerini koruyabileceklerini sananlar büyük bir yanılgıdadırlar. Allah bazı Kuran ayetlerinde bu durumu şu şekilde bildirmektedir:... De ki: "Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 154)Ey iman edenler, inkar edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı görendir (Al-i İmran Suresi, 156)

Şunu da unutmamak gerekir ki, dünyanın dört bir yanında zorluk ve sıkıntı içinde yaşayan Müslümanların, barışa, sevgiye, bolluğa özlem duyan insanların aydınlık ve güzel koşullara kavuşmalarını sağlamak her Müslümanın sorumluluğudur. Müslüman bir kardeşi zorluk içindeyken, imkan sahibi müminlerin, o kardeşlerini yalnız bırakması Kuran ahlakına aykırıdır. Allah bir ayette müminlerin bu konudaki sorumluluğunu şu şekilde belirtmektedir: Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına cehd (gayret, mücadele) etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)Şu an içinde bulunduğumuz dünyayı düşünecek olursak, milyonlarca Müslüman inançlarından ötürü büyük zorluk ve baskı altında yaşamaktadır.

Örneğin Doğu Türkistan halkı özellikle son elli yıldır büyük baskı altında bulunmaktadır. Nüfusun çoğunluğunu Uygur Türkleri'nin oluşturduğu Doğu Türkistan'da, Çin'in hiçbir bölgesinde yaşanmayan boyutlarda zorluklarla dolu bir hayat sürülmektedir. 1965'ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi akılalmaz bir rakamdır. Filistin’deki Müslümanların yıllardır maruz kaldıkları zorluklar bütün dünyanın gözü önünde yaşanan bir gerçektir.

Filistinli mazlum kadınlar, çocuklar, yaşlılar sürekli katlediliyor, Filistin halkı 50 yılı aşkın süredir mülteci kamplarında son derece zor koşullar altında yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyor, hemen her gün okulları, hastaneleri bombalanıyor, evleri yıkılıyor, zeytinlikleri yakılıyor. Çeşitli Msülüman ülkelerde baskıcı idareler nedeniyle Müslüman topluluklar haksız yere hapishanelere konuluyor, çeşitli işkencelere meruz kalıyor. Filipinler’de başa gelen hemen her yönetim etnik soykırım yapıyor ve Müslümanlar sürekli katlediliyor.

Keşmir’de Müslümanlara uygulanan baskılar halihazırda devam ediyor. Üstelik tüm bu saydıklarımız, dünyada Müslümanların yaşadığı zulmün yalnızca küçük bir bölümü. Allah’ın rızasını kazanmak isteyen ve Allah sevgisi kalbinde sağlam bir temele oturmuş hiçbir Müslüman bu olanlara karşı kayıtsız kalmamalıdır. Bütün bu zulmün dayanağı olan ateist-materyalist-Darwinist düşünceye karşı fikri mücadele etmek her müminin görevidir. Dolayısıyla, kendince sakin ve huzurlu bir yaşam sürmek için, ihtiyaç içinde olan masum Müslümanlara sırtını dönmesi kesinlikle bir Müslümana yakışmaz.

Müslüman huzuru, ilmi mücadelenden kaçınmakta değil, Allah rızası için Allah yolunda gayret etmekte bulur. Müslümanların bu hususta dikkat etmeleri gereken konulardan biri de, bazı imanı zayıf kimselerin olumsuz telkinlerine ve tavırlarına karşı şuur açıklığı içinde olmaktır. Bazı kimseler iman ettiklerini söyledikleri halde, kalben Allah’a inanmazlar veya kalplerinde iman yönünde bir hastalık vardır. Müminlerin arasında yaşadıkları halde gerçekte iman etmemiş olan bu kimseler, hayatlarıyla Allah’a imanlarını tasdik edecek bir tavır ortaya koymazlar.

Kalplerindeki iman zaafiyeti nedeniyle Allah'ın rızasını kazanmak ve Kuran ahlakının gereklerini yerine getirme konusunda şevksizdirler. Bu durumun en önemli göstergesi de Allah yolunda mücadele için hiçbir azimlerinin olmaması, ağır davranmalarıdır. Ancak samimi müminler, bu tavırlardan etkilenmezler. Çünkü onlar Allah'ın, "Öyleyse sen sabret; şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar sakın seni telaşa kaptırıp-hafifliğe (veya gevşekliğe) sürüklemesinler." (Rum Suresi, 60) ayetiyle bildirdiği gibi, çevrelerindeki bazı insanların bu şevksizliklerinin aslında kesin bilgiyle inanmıyor olmalarından kaynaklandığının farkındadırlar.

Bu nedenle de şevklerini kaybetmedikleri gibi, aksine bu kişilerin din ahlakına sahip çıkmadıklarını, Kuran ahlakının yayılması için hiçbir çaba harcamadıklarını gördükçe mücadele azimleri artar. Hem onlara örnek olup Kuran ahlakını hatırlatmak hem de kendileri doğru olanı en güzel şekilde yaşamak için daha da şevklenirler.

6 Haziran 2009 Cumartesi

KALPLERİN ALLAH’IN ZİKRİ İLE MUTMAİN OLMASI

Amerikan Sağlık Araştırmaları Ulusal Merkezi'nden David B. Larson ve ekibi tarafından derlenen araştırma sonuçlarına göre Amerikalılar arasında dindar ve inançsız kişiler arasında yapılan karşılaştırmalar çok dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Örneğin dindarların, dini yönü zayıf olan veya hiç olmayan kişilere göre, kalp hastalıklarına %60 daha az yakalandıkları; intihar oranının %100 daha düşük olduğu; tansiyon bozukluğuna çok daha düşük oranlarda yakalandıkları; sigara içenler arasında bu oranın 7'ye 1 olduğu gibi sonuçlar ortaya çıkmıştır.

Tıp dünyasındaki önemli bilimsel kaynaklardan, Tıpta Uluslararası Psikiyatri dergisinin yayınladığı bir araştırmada ise, kendilerini inançsız olarak tanımlayan kimselerin hem hastalıklarla daha fazla uğraştıkları, hem de kısa bir ömür sürdükleri bildirilmektedir.

Araştırmanın sonuçlarına göre inançsız kişilerin, mide-bağırsak hastalıklarına yakalanma ihtimalleri inançlı insanlara göre iki kat daha fazla, solunum hastalıklarından ölme oranlarının ise %66 daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır. Seküler psikologlar genellikle buna benzer sonuçları "psikolojik etki" olarak açıklarlar. Bunun anlamı, inancın insanların moralini yükselttiği ve moralin de sağlığa katkı sağladığıdır. Bu açıklamanın haklı bir yönü olabilir, ancak konu incelendiğinde daha da dikkat çekici bir sonuç ortaya çıkmaktadır.

Allah'a olan inanç, başka herhangi bir moral etkiden çok daha güçlüdür. Harvard Tıp Fakültesi'nden Dr. Herbert Benson'ın dini inanç ve bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı araştırmaları, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson, inançsız bir kişi olmasına rağmen, Allah'a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna varmıştır.

Benson, "diğer hiçbir inancın, Allah'a olan inanç gibi zihne huzur vermediği sonucuna" vardığını açıklamaktadır.Tıp dünyasının yavaş yavaş fark etmeye başladığı bu gerçek, Kuran'da "... Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur" (Rad Suresi, 28) ayetiyle haber verilen bir sırdır. Allah'a inanan, O'na dua eden, O'na güvenen insanların diğerlerinden hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı olmalarının nedeni, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır. İnsanın yaratılışına aykırı olan felsefe ve sistemler, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirmektedir.Nitekim psikolojik hastalıkların birçoğu Allah’a iman etmemenin ve O’nun gücünü takdir edememenin bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi dinsizlik kişide ruhsal ve manevi yönden büyük bir yıkıma yol açtığı gibi, fiziksel olarak da ciddi bir tahribat yapar. Böyle kimselerde depresyon ve bunalım sonucu hafıza zayıflaması, dikkat dağınıklığı, yorum bozuklukları, mantıksızlıklar, tikler, kontrolsüz tavırlar görülür. Vücudun fiziksel anlamda direnci kırılarak, güçten düşer.

Bunun sonucu olarak kişinin bağışıklık sistemi çöker ve birbiri arkasına hastalıklara yakalanır veya mevcut bir hastalığın iyileşmesi gecikir. Hastalıkların yanı sıra din ahlakına göre yaşamamanın getirdiği hüzün, karamsarlık, yalnızlık ve sevgisizlik hissi sonucu ruhen yaşanan huzursuzluklar, gerilimler, üzüntüler doğal olarak kişinin yüzüne ve tavırlarına da yansır, canlılığı ve yaşama sevinci ciddi şekilde azalır. Bu sebeplerle de dinsizliğin yaşandığı toplumlarda her birey, her an kendisine ve çevresine maddi ve manevi zarar verebilecek potansiyel bir tehlikeye dönüşür.

Örneğin dindar bir insan ahirette hesabını vereceğini bildiği için kötü ahlak özelliklerinin tümünden büyük bir titizlikle sakınır, kavga etmez, kimseye zarar vermez, rüşvet almaz, kumar oynamaz, kıskançlık yapmaz, yalan söylemez. Ama din ahlakına göre yaşamayan bir insan bunların hepsini yapmaya açıktır. Bir insanın "ben din ahlakına uygun yaşamıyorum, ama hırsızlık yapmıyorum veya kumar oynamıyorum" demesi yeterli olmaz.

Çünkü Allah korkusu olmayan ve ahirette hesap vereceğine inanmayan bir insan, ortam veya şartlar değiştiğinde bunlardan herhangi birini kolaylıkla yapabilir.Kötülük, haksızlık, üzüntü, karamsarlık, sıkıntı, korku, stres, güvensizlik, vicdansızlık, endişe, öfke, kıskançlık, kin, uyuşturucu bağımlılığı, ahlaksızlık, kumar, yolsuzluk, hırsızlık, kavga, düşmanlık, cinayet, çatışma, zulüm, ölüm korkusu… İşte bu zor ve sıkıntılı yaşam, Allah’a teslim olmamanın, Allah’ın emrettiği güzel ahlakı yaşamamanın doğal bir sonucu olarak dinsizliğin toplumlara getirdiği belalardır. Huzurlu, sevgi dolu ve rahat bir yaşam, ancak iman ile, güzel ahlakın yaşanması ile mümkündür.

1 Haziran 2009 Pazartesi

STRES VE SIKINTI KALBE OLUMSUZ ETKİ EDER

Allah, “öğüt ve hatırlatma” olarak indirdiği Kuran’la insanlara, kendileri için “seçip beğendiği” (Maide Suresi, 3) dini bildirmekte, ayetlerle onlara kurtuluş yolunu göstermektedir.

İnsanlar ancak Allah’ın kendileri için en uygun yaşam şekli olarak belirlediği hayatı yaşayarak ve Allah’ın emir ve tavsiyelerine uyarak dünya hayatında mutlu ve huzurlu olabilirler. Nitekim Müslümanlar iman ettikleri ve Allah’ın emir ve tavsiyeleri doğrultusunda yaşadıkları için bütün hayatlarını huzur ve rahatlık içinde geçirirler.

İman etmeyen ve Kuran ahlakından yüz çeviren insanlar ise hiçbir zaman gerçek anlamda mutlu olamazlar. Zira bir insanın mutlu olabilmesi için öncelikle vicdanen rahat olması, sıkıntı içinde yaşamasına sebep olacak bir durum içinde bulunmaması gerekir. Vicdanın rahat olması da yalnızca iman etmek ve Allah’ın emrettiği ahlakı yaşamakla mümkündür. Allah insanın kalp rahatlığını ve gerçek huzuru yalnızca Allah'a imanla elde edebileceğini bir ayetinde şöyle bildirmektedir:

Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)Ayetten de anlaşıldığı gibi, Allah’ı anmayan inkarcıların kalpleri hiçbir şekilde tatmin bulmaz ve ne yaparlarsa yapsınlar gerçek huzur ve mutluluğu yakalayamazlar. Aksine tüm hayatlarını stres, sıkıntı, üzüntü ve kaygı içinde geçirirler.

Kaygı, stres ve sıkıntı kalp krizi riskini arttırırİman etmeyenlerin kendi aralarında yaşadıkları öfke, korku, güvensizlik, umutsuzluk, endişe dolu stresli ve sıkıntılı hayat kalplerini ve aynı zamanda tüm bedenlerini çok yorar, vücutlarındaki denge bozulur ve bedenlerinde oluşan gerilim karşısında vücutları tepki göstererek alarma geçer. İşte bu durumun yol açtığı en önemli hastalıklardan biri de kalp krizidir. Her şeyi kendine dert edinen, her olayda üzüntüye ve öfkeye kapılacak bir yön bulan, tüm hayatlarını endişe ve karamsarlık içinde yaşayan insanlar kalp krizi geçirme riskiyle birinci dereceden karşı karşıyadırlar.

Bilimsel bulgular stres, endişe, öfke gibi duyguların kalp krizinde çok önemli rol oynadığını ortaya koymakta, dünyada ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer alan kalp damar hastalıklarına yol açan önemli unsurlardan birinin stres ve sıkıntılar olduğunu kaydetmektedir. Uzmanlar endişeli, telaşlı, sinirli, öfkeli, agresif, rekabetçi insanların kalp krizi oranlarının, bu davranışları daha az gösteren insanlardan daha fazla olduğunu belirtmekte, stres derecesi ne kadar yüksek ise kandaki akyuvarların tepkisinin o kadar zayıfladığını ifade etmektedirler.

Müslümanlar Allah’a güvenip dayanırlar ve hiçbir olay karşısında sıkıntıya kapılmazlarİman edenler Allah’a tevekkül ettikleri ve hiçbir olay karşısında paniğe, üzüntüye, ümitsizliğe kapılmadıkları için bedenen de sağlıklı ve zinde kalırlar. Allah'a güvenip dayanmalarının, başlarına gelen her şeyi Allah’tan bir hayır olarak değerlendirmelerinin etkisi genel beden sağlıklarına da olumlu olarak yansır. Onların da hastalıkları olur, onlar da yaşlanırlar, ama hastalıkları ya da yaşlanmaları stres ve sıkıntıların yol açtığı manevi çöküntüden kaynaklanmaz. Müslümanların başlarına gelene güzel gözle bakmaları ve hiçbir şeyden paniğe ve karamsarlığa kapılmamaları Allah’a olan sevgilerinin ve bağlılıklarının bir göstergesidir.

Onlar Allah’ın yarattığı her şeyde kendileri için bir güzellik olduğunu bilir, her işlerinde Allah’ı dost ve vekil edinir, O’na sığınırlar. Nitekim Allah tüm insanlığa göndermiş olduğu Kuran’da vekil olarak Kendisinin yeteceğini, her şeyin Kendi kontrolünde olduğunu bildirmiş, insanlara kadere teslim olmayı ve tevekküllü davranmayı öğüt vererek kaygıdan, endişeden, paniğe, sıkıntıya kapılmaktan onları men etmiştir. Bu konuda Kuran’da çok fazla ayet bulunmaktadır. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 3)De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Allah bir ayetinde de Peygamberimiz (sav)'e sıkıntıya düşmemesi için tavsiyede bulunmaktadır:Bir Kitap'tır ki onunla uyarman için ve mü'minlere bir öğüt olmak üzere sana indirildi. Öyleyse bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın. (Araf Suresi, 2)Bir başka ayetinde de Allah Peygamberimiz (sav)'e, onun yalnızca Kuran ahlakını tebliğden sorumlu olduğunu ve hidayeti verecek olanın ancak Kendisi olduğunu hatırlatmakta, bu nedenle insanlar hiyadet bulmadığında kendisini üzmemesini ona tavsiye etmektedir:Onlar mü'min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?) (Şuara Suresi, 3)Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (Kasas Suresi, 56)Allah insanları her şart ve olayda tevekküllü olmaya, her şeye hayır gözüyle bakmaya, gerçekleşen her şeyin Allah’tan olduğunu bilerek yaşamaya çağırmakta, kalpte sıkıntı duymaktan, üzülmekten, gereksiz yere endişeye kapılmaktan onları men etmektedir.

Stres ve sıkıntı pek çok hastalığa yol açmaktadırHer şeyde strese ve karamsarlığa kapılan insanlar bu davranışlarıyla kendilerini maddi ve manevi zarara uğratırlar. Kalp rahatsızlıklarının yanı sıra strese bağlı olarak ortaya çıkan rahatsızlıkların başlıcaları; tansiyon hastalıkları, migren, bazı kemik hastalıkları, böbrek dengesizliği, solunum bozuklukları, alerjiler, beyinde büyüme meydana gelmesi gibi sorunlardır.

Uzmanlar stresin yıkıcı etkilerinden korunmak için sakin ve dengeli bir yapıya, rahat, huzurlu, güvenli ve kaygıdan uzak bir ruh haline sahip olunması gerektiğini ifade etmektedirler. Huzurlu, dengeli ve rahat bir psikoloji ise, ancak Allah’a ve Allah’ın şiarlarına olan gönülden bağlılıkla ve Kuran ahlakının eksiksiz yaşanmasıyla mümkündür.

3 Mayıs 2009 Pazar

ŞEYTAN İNSANLARA ÜMİTSİZLİK AŞILAMAK İSTER

Şeytan kendini dost edinen insanlara her zaman kendine güvensizliği, gelecekten yana ümitsiz olmayı, olaylara hep karamsar açıdan bakmayı telkin eder. İnsanların iman etmelerini, Allah'a karşı itaatli olmalarını, kadere teslim olmuş, tevekküllü, ümit ve şevk dolu bir şekilde yaşamalarını istemez. Çünkü bu sayılanların hepsi hem Allah'ın beğendiği ve O'na yakınlaştıran hem de din ahlakının yaşanması için zorunlu olan özelliklerdir.

Şeytan ise insanların Allah'a yakınlaşmalarını, Allah'ın dinini şevkli ve kararlı bir biçimde yaşamalarını istemez. Bu yüzden kişiyi ümitsizlik telkiniyle yılgınlığa, şevksizliğe, karamsarlığa, çaresizliğe ve bıkkınlığa sürüklemeye çalışır.Şeytanın mümine yaptırmak isteyip de yaptıramadığı şeylerden biri de olumsuz gibi görünen şartlarda ümitsizliğe düşürmektir. Şeytan yalnızca samimi müminlere güç yetiremez, onları kendi yanına çekemez. Çünkü müminler imanlarından dolayı her zaman Allah'ın emir ve tavsiyelerine uyarlar.

Ümitvar olmak Allah'ın Kuran'da bildirdiği kesin bir emirdir. Bu nedenle iman edenlerin bu konuda da farklı bir tutum göstermeleri söz konusu olamaz. Zira Allah ayetinde müminlere, "... Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez" (Yusuf Suresi, 87) buyurmaktadır. Bu yüzden müminler böyle bir ruh haline girmekten şiddetle kaçınırlar.Aynı şekilde, diğer Kuran ayetlerinde de umutsuzluğa kapılmak kınanmakta ve inkar edenlerin olumsuz bir özelliği olarak anlatılmaktadır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur.

Oysa ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet taddırsak, mutlaka: "Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O'nun Katında benim için daha güzel olanı vardır." der. Ama andolsun Biz, o kâfirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azabtan taddıracağız. (Fussilet Suresi, 49-50)Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı 'yok sayıp inkâr edenler'; işte onlar, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azab onlarındır. (Ankebut Suresi, 23)

Ümitsizliğe düşen, isyana kapılan kişi şeytanın tuzağına düşmüş, onun emirlerini yerine getirmiş olur. Her zaman ümitvar olan, geleceğine daima ümitle bakan mümin ise hem Allah'ın hoşnutluğunu ve ahiret sevabını kazanır, hem de Allah'ın bir nimeti olarak dünyada da sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürer. Her şartta ümitvar, Kuran'a sıkı sıkıya bağlı ve Allah'ı çok yakın dost edinmiş olacağı için şeytan ümitsizliğe kapılması yönünde onu kandıramayacaktır. Bu konu din ahlakının özünü oluşturan önemli konulardan biri olduğu için mümin Kurani her konuya olduğu gibi bu konuya da oldukça titizlik gösterir.Konunun bir diğer yönü de, Allah'ın dininin yaşanmasını istemeyen şeytanın, insanlara her zaman din dışı ahlak modellerini yaşatmak istediği ve ümitsizliğin de bu modelin bir parçası olduğudur.

Öyle ki bazı toplumlarda ümitsizlik adeta bir yaşam felsefesi haline gelir. Şeytanın etkisine aldığı insanlar, ümitsizliğin ve karamsarlığın dile getirildiği, şarkılardan, filmlerden ve anlatımlardan nefsani bir lezzet duyar hale gelirler.Oysa ümitsiz insanın aklı, mantık örgüsü, yargı ve muhakemesi sağlıklı karar almaya uygun değildir. Ümitsizlik insanın fizik ve akıl sağlığını kaybetmesine neden olduğu gibi, şiddetine göre kimi insanları kendi hayatına son vermeye, intihar etmeye kadar sürükleyen bir ruh hastalığıdır. Elbette böyle bir insanın Kuran ahlakını gereği gibi yaşaması beklenemez. Bu da şeytanın son derece işine gelen bir durumdur.

Çünkü bu şekilde insanları din ahlakından ve ahiretten bir beklentileri olamayacak biçimde saptırmış, kendisiyle birlikte sonsuz azaba sürüklemiş olur. Zaten insanlık tarihi boyunca şeytanın en büyük hedefi de budur.Ümitsiz insan kendine olduğu gibi etrafındaki insanlara da olumsuz ve karamsar bir hal aşılar.

Bu tutumuyla adeta şeytanın bir yardımcısı gibidir. Çünkü şeytan insanlara yerleştirmek istediği ruh halini onun vasıtasıyla telkin etmektedir. Böyle bir tutumla da insan -bilerek ya da bilmeyerek- şeytanın hizmetine girmiş olur. Oysa insan şeytana değil, Allah'a kulluk etmek için, Allah'ın dinine hizmet etmek için yaratılmıştır.

20 Nisan 2009 Pazartesi

MÜMİNİN HERHANGİ BİR KONUDA, 'GÜCÜM YETMİYOR' DEMESİ DİNE UYGUN DEĞİLDİR

İnsan gerçekte hiçbir şeye gücü yetmeyen bir varlıktır. Tüm varlıklara olduğu gibi, insana da herşeyi yaptıran ve herşeyi yaratan yalnızca Allah’tır. Bu anlamda insanın, bir konudan bahsederken, “benim buna gücüm yetmez” demesi doğrudur. Ama aynı ifadeyi farklı bir mantıkla kullanmak ve bunun da dine uygun olduğunu savunmak çok büyük bir samimiyetsizlik olur. Örneğin bir insandan güzel bir ahlak göstermesi istendiğinde, bu kişinin, “benim kendime ait müstakil bir gücüm yok, bu yüzden benim buna gücüm yetmez” demesi, dindar ve samimi bir insanın yapacağı bir konuşma değildir.

Bu kişi, dinin temelindeki bazı gerçekleri kendince kullanabileceğini düşünerek, bu ahlakı yaşamaktan kaçınmaya çalışmaktadır. Oysa ki mümin dünya hayatında imtihan olmaktadır. Elbetteki insanın hiçbir gücü yoktur ve herşeyi yaratan Allah'tır. Ancak Allah, insana doğruyu yanlıştan ayırabilecek, her konuda muhakeme yapabilecek, iyi, güzel ve doğru olanı seçebilecek bir vicdan vermiştir. İnsan Allah'a karşı olan aczini ve muhtaçlığını bilmelidir. Ama aynı zamanda da Allah'ın kendisine verdiği aklı, vicdanı ve yetenekleri kullanarak karşısına çıkan her konuda Allah'ın en razı olacağı ahlakı seçip yaşamakla sorumludur.

Dolayısıyla insan bir zorlukla ya da emek vermesi gereken bir konuyla karşılaştığında ancak, “Allah sonsuz güç sahibi, bense aciz bir varlığım; bu yüzden Allah dilemediği takdirde benim gücüm buna yetmez, Allah dilerse ben bunun üstesinden gelirim” derse ve bu inanç doğrultusunda hareket ederse bu doğru bir tavır olur.

Mümin, Rabbimiz'in sonsuz kudreti karşısındaki aczini unutmaz ama Allah'ın dilemesi ve gücünü kullarında tecelli ettirmesiyle de her türlü zorluğu aşmaya güç yetirebileceğini de bilir. Müminin, bu iman şuuruyla yaşaması son derece önemlidir. Aksi takdirde kişinin, kendisini Allah'tan ayrı müstakil bir güç olarak görmesi (Allah'ı tenzih ederiz); sahip olduğu yetenekleri, Allah'ın kendisine lütfettiği gücü ya da aynı şekilde bir güçsüzlük ya da acizlik varsa bunu da kendisinden sanması, dine uygun değildir.

Çünkü Allah sonsuz güç sahibidir; herşeye kadirdir ve meydana gelen herşeyi yaratan yalnızca Allah’tır. Allah dilediğinde en imkansızı en kolay hale getirir; dilediği an, hiç olmayacak sanılan bir şeyi yaratır. Dolayısıyla bu gerçeklere iman eden bir kişinin üslubu da, mutlaka Allah'a güvendiğini, Allah'ın sonsuz gücüne inandığını ifade eder şekilde olmalıdır.

“Kendisinin acz içinde olduğunu; ancak Allah'ın sonsuz güç sahibi olması sebebiyle ve Allah'ın lütfetmesiyle, kendisinin, en zor görünen bir konuda bile inşaAllah en üstün ahlakı gösterebileceğine” iman ettiğini gösteren bir üslup kullanmalıdır. Nitekim Kuran’ın pek çok ayetinde, ‘her zorlukla birlikte bir kolaylık olduğu’, ‘Rabbimiz'in Allah'tan korkup sakınan kullarına mutlaka bir kolaylık ve çıkış yolu göstereceği’ bildirilmiştir.

Dolayısıyla insanın kendince içinden çıkamadığı bir konuyla karşılaştığı zaman, bunu Kuran'ın bu sırlarıyla değerlendirmesi ve şöyle demesi gerekir: “Allah ne yarattıysa, bunların hepsi benim için hayırdır. Allah bugüne kadar bana hep hayır yarattı. Bundan sonra da Müslüman olduğum için mutlaka hayır yaratacaktır. Ben Allah'a muhtaç, acz içinde bir varlığım ama Allah sonsuz güç sahibi. Ben Allah'a sığındığım, Allah'tan yardım dilediğim, Allah'a güvenerek hareket ettiğim takdirde Allah inşaAllah yollarımı açacak, en büyük zorlukları bile bana kolaylaştıracak ve bunları aşacak manevi gücü bana lütfedecektir.” Bu imanla, Allah'a böyle güzel bir güven ve tevekkülle hareket eden bir insan için, Allah inşaAllah bütün zorlukları kolaylaştırır, o kişiye hiç bilmediği üstün bir kuvvet ve metanet verir.

Kuran'da Rabbimiz'in mümin kulları üzerine lütfettiği bu güç ve onlara her zorluğu kolaylaştırıp çıkış yollarını göstereceği şöyle müjdelenmiştir:

Gerçek şu ki kulluk eden bir topluluk için BUNDA (KUR'AN'DA) 'AÇIK BİR MESAJ' (VEYA GERÇEK BİR ÇIKIŞ YOLU) VARDIR. (Enbiya Suresi, 106)... KİM ALLAH'TAN KORKUP-SAKINIRSA, (ALLAH) ONA BİR ÇIKIŞ YOLU GÖSTERİR. (Talak Suresi, 2)

... KİM ALLAH'TAN KORKUP-SAKINIRSA (ALLAH) ONA İŞİNDE BİR KOLAYLIK GÖSTERİR. (Talak Suresi, 4)

Ey peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "EĞER ALLAH, SİZİN KALPLERİNİZDE BİR HAYIR OLDUĞUNU BİLİRSE (GÖRÜRSE) SİZE SİZDEN ALINANDAN DAHA HAYIRLISINI VERİR ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Enfal Suresi, 70)

... Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. ALLAH, BİR GÜÇLÜĞÜN ARDINDAN BİR KOLAYLIĞI KILIP-VERECEKTİR. (Talak Suresi, 7)

VE SENİ KOLAY OLAN İÇİN BAŞARILI KILACAĞIZ. (A’la Suresi, 8)VE EN GÜZEL OLANI DOĞRULARSA, BİZ DE ONU KOLAY OLAN İÇİN BAŞARILI KILACAĞIZ. (Leyl Suresi, 6-7)

DEMEK Kİ, GERÇEKTEN ZORLUKLA BERABER KOLAYLIK VARDIR.GERÇEKTEN GÜÇLÜKLE BERABER KOLAYLIK VARDIR. (İnşirah Suresi, 5-6)

30 Mart 2009 Pazartesi

“Örümcek Adam” Kimi Örnek Alıyor?


Şu günlerde 7’den 70’e herkesin ilgiyle izlediği yeni bir film daha vizyonda: “Örümcek Adam-2”.
Amerika Birleşik Devletleri’nde 2 yıl önce gösterime girdiğinde tüm zamanların en yüksek “ilk 3 gün” hasılatı rekorunu kıran filmin ikincisi de yeni rekorlara imza atmaya aday görünüyor. Film, Kuzey Amerika’da elde ettiği gişe hasılatıyla ‘ilk gün’ rekorunu kırdı ve vizyona girdiği ilk gün, gişelere 40.5 milyon dolarlık hasılat bıraktı.

Filmin konusu kısaca şöyle:
Yumuşak huylu Peter Parker (Tobey Maguire) bir yandan güçlerinin ona sağladığı avantajları insanların yararına kullanıp bir yandan bu yüzden karşılaştığı güçlüklerle savaşırken, bir yandan da Örümcek Adam ile üniversite öğrencisi kimliği arasındaki dengeyi korumak zorundadır. Peter bu kez güçlü, çok kollu kötü yürekli Dr. Octopus (Ahtapot) yani kısaca “Doc Ock”la (Alfred Molina) karşı karşıyadır. Peter’ın bu sekiz kollu çılgın adamı durdurmak için tüm süper kahraman gücünü toplaması gerekmektedir.


İşte Örümcek Adam-2 filmi bu heyecanlı hikayeyi mükemmel görsel efektlerle birleştirerek izleyenlere görsel bir şölen sunuyor.

“Spider-Man / Örümcek-Adam” klasikleşmiş Marvel Comic çizgi roman karakterine dayanıyor. Marvel’ın yöneticisi Stan Lee ile şirketin karakter tasarımcısı Steve Ditko’nun tasarladıkları karakter Örümcek Adam ilk olarak 1962 yılında pek de başarılı olamayan çizgi roman Amazing Fantasy’nin (İnanılmaz Fantezi) son sayısında göründü. Karakter öylesine hızlı bir şekilde beğeni kazandı ki Amazing Fantasy’nin adı Amazing Spider-Man (İnanılmaz Örümcek Adam) olarak değiştirildi ve Mart 1963’te tekrar okurla buluştu. O tarihten bu yana, Örümcek Adam dünya çapında isim yaptı ve tüm zamanların en popüler süper kahramanlarından biri haline geldi.Şimdi bu süper kahramanın onu “kahraman” yapan özelliklerine bir göz atalım.

Örümcek Sıçrayışı Örümcek Adam tıpkı bir örümcek gibi çok yükseklere sıçrayabilir.
Örümcek AğıÖrümcek Adam, tıpkı bir örümceğinkine benzer bir ağ üretir ve yakalamak istediği insanları bu yolla kapana kıstırır.

Örümcek-ReflekslerÖrümcek Adam’ın tehlike anında hızla korunma sağlamasına izin veren, tıpkı bir örümceğinki gibi güçlü refleksleri vardır.
Örümcek HisleriReflekslere ek olarak Örümcek Adam'ın bir de onu tehlikeye karşı uyaran "örümcek hisleri" vardır. Bu hisleri sayesinde ona arkadan saldırmak, kesinlikle mümkün değildir. Bu refleksler ve örümcek hissi, onu yenilmesi zor bir kahraman yapar.

Yüzeylere Yapışma ÖzelliğiÖrümcek Adam'ın en önemli özelliklerinden biri de yine tıpkı bir örümcek gibi hemen hemen her türlü yüzeyde yapışarak yürüyebilmesidir.
Şimdi de gerçek bir örümcekteki muhteşem özelliklerden birkaçına değinelim:

Fonksiyonlu Bacaklar

Örümceğin en zor şartlar altında bile yürüyebilmesini ve tutunabilmesini sağlayan dört çift bacağı vardır. Her bacak yedi parçadan meydana gelmiştir. Her bacağın sonunda "skopula" denilen kıllar bulunur. Bu kıllar sayesinde hayvan duvarlarda veya tamamen ters düzlemlerde bile kolaylıkla yürüyebilir.

Üstün Algılama Yeteneği

Sıçrayan örümcekler dışında, örümceklerin bir çoğunun görme duyuları oldukça zayıftır, ancak çok kısa mesafeleri algılayabilirler. Bir avcı için büyük bir zaaf sayılabilecek bu durum, örümcekte var olan çok hassas bir erken uyarı sistemi ile ortadan kaldırılmıştır.
Bu uyarı sisteminin temeli, dokunma duyusuna dayanır. Vücut, titreşimlere karşı çok hassas tüylerle kaplıdır. Bu tüylerin her biri bir sinir ucuna bağlanır. Dokunma hatta ses ve koku yüzünden meydana gelen titreşimlerle bu kıllar uyarılır. Tüyler titreşimleri sinir uçlarına aktarır. Sinirler de aldıkları uyarıları çok hızlı bir şekilde beyne iletir. Bu sayede örümcekler en küçük titreşimlerin bile varlığından haberdar olurlar.

Zehir Enjektörlü Kıskaçlar

Örümceklerin gözlerinin önünde iki güçlü kıskaç vardır. Bu kıskaçlar örümceğin hem savunma hem de avlanma silahlarıdır. Her kıskacın gerisinde öldürücü zehirini, zehir çengelinin içine akıtan bir zehir bezi vardır. Örümcek, avını hareketsiz bırakmak istediği zaman kıskaçlarını avına batırır. Ardından kıskacın içindeki deliklerden kurbanının vücudunun içine zehir pompalar.
Suda Yürüme Özelliği

Su örümcekleri su üzerinde yürüyebilmelerini sağlayan çok özel bir yapıya sahiptirler. Bu örümceklerin ayaklarının ucunda bulunan hidrofob balmumuyla kaplı kıllardan oluşan kadifemsi sık bir örgü vardır. Bu sayede örümcek suyun üzerinde batmadan yürüyebilir.

Tasarım Harikası Ağlar

Örümceğin ağı; ağırlığı taşıyan iskelet iplikleriyle, bu ipliklerin üzerine yerleştirilmiş spiral şekilli yapışkan özellikteki yakalama ipliklerinden ve ağın iplerini birbirine birleştiren bağlantı iplerinden oluşur. Spiral şekilli yapışkan iplikler, iskelet ipliklerine tam olarak bağlanmazlar. Böylece ağa yakalanan böcek kurtulmaya çalıştıkça yapışkan ağa daha fazla yapışmış olur. Böceğin üzerine tamamen yapışan yakalama ipi, zamanla esnekliğini kaybederek, sertleşir ve sağlamlaşır. Bu şekilde böcek kapana kısılır, hareketsiz kalıp kaskatı kesilir. Bundan sonra ise av adeta canlı paketlenmiş hazır bir besin gibi, sağlam iskelet ipliklerinin üzerinde, örümceğin gelip son darbeyi vurmasını beklemek zorundadır.

Örümcekler ağlarını, avlamak istedikleri hayvanın boyutuna göre örerler. Ayrıca ağların eğimi, avlanması düşünülen böceğin hareketine (uçan, yürüyen, sıçrayan vs.) göre de değiştirilir. Bu sayede ağın hasar görme oranı azaltıldığı gibi, yakalama kapasitesi de artırılmış olur.

İpek Mucizesi

Örümcek ipi kendi kalınlığındaki çelikten beş kat daha sağlamdır. Bilinen en sağlam malzemelerden olan çelik büyük tesislerde, birçok teknik kullanılarak elde edilen bir alaşımdır. Çelikten beş kat daha sağlam olan örümcek ipi ise büyük tesislerde üretilmez; bir böcekten salgılanır. Hemen her yerde rastlayabileceğimiz herhangi bir örümcek bu ipi üretebilir. İpeğin diğer bir çarpıcı özelliği ise son derece hafif olmasıdır. Bunu şöyle bir örnekle de açıklayabiliriz: Dünyanın çevresi boyunca uzatılacak bir ipek ipliğin ağırlığı sadece 320 gram gelir Ayrıca örümcek ipi kendi uzunluğunun dört katı kadar esneyebilir. Hem sağlam hem esnek malzeme bulmak çok zordur. Örneğin çelik halat en sağlam malzemelerden biridir. Fakat kauçuk halatlar gibi esnek olmadıklarından zamanla deforme olurlar. Kauçuk halatlar da kolay kolay deforme olmamalarına rağmen, yeterince dayanıklı olmadıkları için ağır yükleri kaldıramazlar. Buna karşın, örümceğin ipliği aynı kalınlıktaki çelik telden beş kat daha sağlam, yine aynı kalınlıktaki kauçuktan yüzde otuz daha esnektir.

Örümcekler farklı amaçlar için vücutlarında farklı iplikler üretirler. Bu ipek iplikler, hem esneklik hem de sağlamlık bakımından farklı özelliklerde oldukları gibi, kalınlık ve yapışkanlık bakımından da farklılıklar gösterirler. Örneğin, örümceğin yaşantısında büyük rol oynayan tutunma ipi, yapışkan özellik taşımamasına rağmen, sağlam ve esnek bir yapıya sahiptir. Örümceğin ağırlığının iki-üç katı ağırlığı rahatlıkla taşıyabilir. Beraberinde yakalamış olduğu avını da birlikte taşıyan örümcek, bu ipler sayesinde güvenle yukarı aşağı hareket eder.
“Süper Kahramanlar” “Süper Hayvanlar”ı Örnek Alıyorlar!

Herkesin çocukluğundan hatırladığı birçok süper kahraman vardır. Bir kuş gibi uçabilme yeteneğine sahip olan Süperman, bir yarasa gibi sessiz uçan ve yarasanın üstün birçok özelliğine sahip olan Batman, makalemizin konusu olan Örümcek Adam ve niceleri... Dikkat ettiyseniz bu kahramanların ortak bir noktaları bulunmaktadır. Hepsi de bir hayvanın üstün özelliklerine sahip insanlar olmaları sebebiyle birer “kahraman”dırlar! Bu hayvanların hepsi öyle üstün özelliklerle yaratılmışlardır ki, onların özelliklerinden sadece birkaçına sahip olan hayali insanlar, bir insanın asla beceremeyeceği zorlukta işleri kolayca yapabilen birer “kahraman”a dönüşmektedirler. Kahramanlara örnek teşkil eden bu hayvanları incelediğimizdeyse gerçekten de son derece üstün özelliklerle karşılaşırız.

Görüldüğü gibi örümcek de muhreşem özelliklere sahip bir hayvandır. Bütün bu özelliklerin örümcekte tesadüfen oluşması ya da hiçbir akla sahip olmayan örümcek gibi bir canlının bu özellikleri planlayıp vücuduna yerleştirmesi elbette imkansızdır. Örümcekteki bu üstün özellikler bize Allah’ın tüm canlılar gibi örümceği de kusursuzca yaratmış olduğunu gösterir.

İşte bugünlerde sinemalarımızda konuk ettiğimiz Örümcek Adam, küçük bir örümceğin sadece birkaç özelliğine sahiptir. Bu özellikleri sinemadaki bir sanal karakterde görüp de heyecanlanırken, aslında çok daha fazlasına sahip olan bir örümcek hakkında düşünmeli ve Allah’ın muhteşem yaratma sanatı karşısında çok daha fazla heyecan duymalıyız.

Unutmamak gerekir, Örümcek Adam da, diğer tüm süper kahramanlar da Allah’ın üstün özellikleriyle yoktan var ettiği muhteşem canlıların örnek alınmasıyla hayat bulmuş sanal kahramanlardır.